AB üyelik sürecinin şimdiki aşamasında 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasına en büyük potansiyel engel Güney Kıbrıs’ın tanınması sorunu üzerinde odaklanmış gibi görünüyor.
Gerçi, Komisyon’un genişlemeden sorumlu komiseri Olie Rehn Türkiye ile müzakerelere başlama kararının alındığı 17 Aralık zirvesinde Güney Kıbrıs’ın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olarak tanınmasının ön şart olmadığını bütün liderlerin kabul ettiğini vurgulamaktan geri kalmıyor. Ancak Başbakan Villepin‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ Türkiye tarafından tanınmadan üyelik müzakelerine başlanmasının düşünülemeyeceğini açıkladıktan sonra Fransa, diğer üyelere bir mektup gönderek, Gümrük Birliği Protokolü’nün imzası ile birlikte Türkiye’nin yaptığı tek taraflı deklarasyonun protokolün yükümlülükleri ile bağdaşmadığını ileri sürdü.
***
Konu şimdi 24 Ağustos’ta büyükelçiler toplantısında, arkasından da 1 Eylül’de Dışişleri Bakanları toplantısında ele alınacak. Muhtemelen yine iç politika oyunları sahneye geliyor. Chirac ve Villepin Türkiye karşıtlığı şampiyonluğunu siyasi rakipleri Sarkozy’ye bırakmak istemiyorlar. AB Dışişleri Bakanları toplantısında bu tutum müzakereleri bloke etmeye kadar varır mı? Bu konuda bugünden kesin bir şey söylenemezse de Fransa’nın kuvvetli bir muhalefetle karşılaşması ve belki de müzakere çerçevesi belgesi metninde bazı kompromi formülleri ile yetinmesi beklenebilir.
Fransa engeli aşılabildiği takdirde Gümrük Birliği (GB) protokolüne ilişkin bütün güçlükler atlatılmış sayılamaz. AB Komisyonu tanıma konusunda bizi destekliyorsa da GB çerçevesinde Güney Kıbrıs bandıralı gemilerin Türk limanlarına gelmesine engel çıkartılmaması gerektiğini savunuyor.
***
Türkiye ise GB’nin hizmet sektörünü kapsamadığını ileri sürerek Kıbrıs Rum gemilerinin Türk limanlarına gelmesine izin vermek mecburiyetinde olmadığı görüşünde ısrarlı. Bu görüşün kabul görmesi olasılığı çok zayıf. Limanlarımıza gemileri giriş yapan 150 kadar ülkenin hiçbiri ile hizmet alanında ikili anlaşmamız yok. Limanları kapatmanın Dünya Ticaret Örgütü kurallarına ne kadar uygun olduğu da tartışılabilir. Limanlarımızın Rum gemilerine açılmasını KKTC’nin ticareti üzerindeki bütün kısıtlamaların kaldırılması ile irtibatlandırmak istememiz kuşkusuz hakkaniyet kurallarına uygun, fakat hakkaniyetle hukuk ve politikanın her zaman örtüşmediğini de biliyoruz.
***
Şayet Kıbrıs yüzünden 3 Ekim’de müzakereler başlayamaz veya başladıktan bir süre sonra akamete uğrarsa bunun Türkiye açısından bütün sonuçlarını peşinen irdelemek çok zor. Akılcı ve soğukkanlı bir politika ile olumsuz sonuçları çok geniş ölçüde telafi etmek kuşkusuz mümkündür. Buna karşılık KKTC açısından problemin boyutları farklı, çünkü ortada çözüm bekleyen bir sorun var. Kısa vadede olumsuz yansımalar önlenebilir, çünkü geçmiş yıllarda yaptığımız vahim hatalara rağmen yine çok önemli iki adım atıldı. Bunlardan birincisi 2003 Nisanı’nda Yeşil Hat üzerinden geçişlerin serbest bırakılması, ikincisi de Türkiye’nin desteği ile 2004 Nisanı’nda referanduma olumlu oy verilmesidir.
Bu iki atılım sayesinde KKTC ekonomik ve politik alanlarda bir hayli güçlendi. Yine de AB ile Türkiye arasındaki iplerin kopmasının çözüm perspektifini uzaklaştırarak KKTC’yi uzun vadede zora sokacağını unutmamak gerekir. Çünkü KKTC halkının çoğunluğu umudunu artık ayrı bir devlet olarak yaşamını sürdürmeye veya Türkiye ile entegrasyona değil, çözüme ve AB üyeliğine bağlamış bulunuyor.