3 Ekim’e çok kalmadı

AVRUPA Birliği Konseyi, 17 Aralık 2004’te bazı koşulların yerine getirilmesine bağlı olarak Türkiye ile üyelik müzakerelerinin bu yılın 3 Ekim’inde başlamasını kararlaştırdı.

AB Komisyonu da bu tarihten önce İlerleme Raporu’nu ve Katılım Ortaklığı Belgesi’ni açıklayacaktı. Fakat daha sonra bu takvimde bir değişiklik yapıldı ve rapor ile belgenin kasım ayında hazır olacağı bildirildi.

Bu durumda, AB’nin 3 Ekim’e kadar atacağı başlıca adım konseyin bütün üyelerinin oydaşmasına dayanan bir müzakere çerçevesini hazırlamak olacak. Diğer taraftan konseyin kararına mesnet oluşturan komisyon raporu, müzakereler başlamadan önce bazı yasaların yürürlüğe girmesi şartını ileri sürmüştü.

Fakat Ceza Yasası taslağında sorun çıktı ve yasanın yürürlüğe girmesi 1 Haziran’a ertelendi. İki ay gibi kısa bir sürede yasa taslağının eksikliklerini tamamlamak ve ciddi çelişkilerini çözümlemek çok yoğun bir çalışmayı gerektirecek.

* * *

17 Aralık AB zirvesinde müzakerelerin başlaması için bir koşul daha Türkiye’ye kabul ettirildi: Gümrük Birliği’ni de kapsayan 1963 tarihli Ankara Antlaşması’nın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ dahil yeni on üyeye teşmili için bir protokol imzalanması ve bunun TBMM tarafından onaylanması. Aslında Gümrük Birliği’nin genişletilmesinin ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınmasına yol açmaması için Türkiye daha önceden bazı taktiklere başvurmuştu.

İlk önce Bakanlar Kurulu, Kıbrıs’ı dışarıda bırakarak Gümrük Birliği’ni 9 üyeye teşmil eden bir karar kabul etti. AB Komisyonu’nun itirazı üzerine yeni kararname çıkartılarak bunun kapsamına 10 üyenin tamamı alındı; fakat ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ değil ‘Kıbrıs’ dendi.

Oysa AB’nin niyeti, Ankara Antlaşması’nın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ne teşmiline siyasi bir nitelik vermek ve bu suretle onun Türkiye tarafından hukuken değilse bile fiilen tanınmasını sağlamaktı. Yoksa Ankara Antlaşması’nın yeni üyelere de uygulanması için parlamentoların da onayını gerektirecek bir protokol imzalanmasına hukuken gerek yoktu.

Avusturya, İsveç ve Finlandiya, AB’ye katıldıkları zaman Ankara Antlaşması onlar için otomatik olarak yürürlüğe girmişti. Daha önce üye olanlarla protokol imzalanmış, fakat parlamento onayına lüzum görülmemişti.

* * *

Peki Türkiye’nin protokolü imzalaması ve onaylaması, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hukuken tanınması sonucunu doğurur mu? Hayır; çünkü AB dönem başkanı ve başka hükümet başkanları aralıkta bu soruya menfi cevap verdiler. Kaldı ki KKTC’yi tanımamız ve onunla özel ilişkilerimize devam etmemiz, Güney Kıbrıs’ın adanın tamamını temsil ettiğini kabul etmediğimizin en iyi kanıtı olacaktır.

Annan Planı hakkındaki referandumun Kuzey’de ve Güney’de ayrı ayrı yapılmış olması da Kıbrıs’ta iki halkın mevcudiyeti noktasından hareket edildiğini göstererek hukuki tutumumuzu güçlendirmiştir. Savımızı bu iki noktaya dayandırmak yeterleridir. Bitmez tükenmez hukuki tartışmalardan kaçınmak isabetli olur; çünkü bunlarla bir yere varılamaz.

Uluslararası hukukun her zaman biraz ikircikli olduğunu, devletlerin tutum ve uygulamalarının bu hukukun oluşmasında bir unsur teşkil ettiğini unutmayalım. Protokol meselesinde bizim için asıl tehlike, son aşamada iç tartışmaların yoğunlaşması ve takvimde bir gecikmeye sebep vermesi ihtimalidir.

Protokolün TBMM’de onayının 3 Ekim’den önce sağlanması daha doğru olur. Aksi takdirde beklenmedik güçlükler çıkabilir. Hükümet de zannediyorum bu gerçeğin bilincinde.
Yazarın Tüm Yazıları