2003 yılı genellikle Türkiye için iyi geçti. AKP'nin iktidardaki politik yaklaşımını ve icraatını olumlu değerlendirmek için nedenler çok.
İdeolojik kutuplaşmaya meydan verilmedi, kurumlarla ilişkilerde bazı sürtüşmelere rağmen itidalli davranıldı, parti gündemindeki konular biraz fazla aceleyle ileri sürüldüyse de işler tatsızlaşmadan rafa kaldırıldı.
Ekonomi alanında istikrar programı titizlikle yürütüldü, enflasyon ve büyüme hedefleri gerçekleştirildi, kısmen Euro'nun değer kazanması nedeniyle ihracat gelirleri önemli ölçüde arttı, dış ödemeler dengesindeki açık korkulduğu kadar büyük olmadı, temel ekonomik ve sosyal sorunların çözümünden hálá çok uzaktaysak da kısa ve orta vadede yeni bir finansal kriz olasılığı bertaraf edildi. İstanbul'u hedef alan terörist saldırılar karşısında da ulusça iyi bir sınav verdik, moral bozukluğuna uğramadık, devlet ve toplum olarak çabuk toparlandık.
* * *
Dış politikaya gelince, Ortadoğu'daki yangından büyük yara almadan çıktık. 1 Mart tezkeresinin Meclis'te reddinden sonra ABD ile ilişkilerimiz süratle tamir edilebildi. İyi niyet gösterdik, fakat Irak cehennemine asker göndermemize gerek kalmadı. Bölge meselelerine daha gerçekçi ve dengeli bir şekilde yaklaşmayı öğrendik. AB ile ilişkilerde TBMM çok iyi çalışarak kapsamlı uyum kanunlarını kabul etti. Uygulamada henüz çok yetersiz olmakla beraber bazı adımlar atıldı. AKP hükümeti, 57'nci hükümete oranla AB ülkeleri ve kurumları ile çok daha verimli bir diyalog kurmayı başardı. Etraftaki bol sayıda korku taciri, Kıbrıs'ta sağduyunun galebe çalmasını engelleyemedi.
Ne var ki asıl sınavı 2004 yılında geçireceğiz. Çok elverişli olmayan küresel ve bölgesel bir ortamda cesur kararlar almak gerekecek. AB içinde genişlemenin yarattığı sıkıntılar ve haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri, Türkiye'nin üyeliği üzerindeki tartışmaları hararetlendirecek. Bunlardan etkilenmeden bütün dikkatimizi yıl sonunda müzakere tarihi almaya odaklamalıyız. Tereddütleri ne olursa olsun AB, Türkiye'ye karşı somut yükümlülükler altındadır. Özellikle uygulama alanında Kopenhag kriterlerine çok yaklaştığımız ve Kıbrıs'ta çözüme yapıcı bir şekilde katkıda bulunduğumuz takdirde müzakere tarihini sağlamamız kolaylaşacaktır. Fakat güçlükler de ortadadır.
Uygulamada bürokrasinin her açılıma geleneksel mukavemeti henüz kırılamamıştır. Güvenlik kaygısı zaman zaman güvenliği daha fazla tehlikeye atabilecek boyutlara kadar zorlanmaktadır. Toplum düzeyinde kutuplaşmalar yumuşarken devletin bazı yaklaşımları bunları daha keskin hale getirecek niteliktedir. AB sürecinde ivme kaybolduğu takdirde bunun politik, ekonomik ve toplumsal sonuçları çok iyi hesaplanmalı, çeşitli sorunlar arasındaki etkileşim doğru değerlendirilmelidir. Örneğin, bugün Irak'ta bir federal yapının Kürtlerin politik ağırlığını artırmasından ve hatta bir bağımsız Kürt devletine zemin hazırlamasından kendi iç problemlerimiz yüzünden endişe duyuyoruz. Oysa bu bağlamda dahi en iyi çare yine AB sürecinde ilerleme kaydetmektir. Süreç rayından çıkarsa, Irak'taki gelişmeler ne olursa olsun Türkiye yine politik ve toplumsal gerginliklere sürüklenebilecektir.
* * *
2004 yılında öncelik Kıbrıs ve AB olacaksa da diğer sorunlar göz ardı edilmemelidir. Kafkasya'da istikrarsızlığın artması olasılığı vardır. ABD ile artık daha kırılgan hale gelen ilişkilerimizde pürüzler çıkmaması dikkatli bir politika gerektirir. Ortadoğu politikamız yeni bir düşünce modeline ihtiyaç göstermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin üniversitelerde türban konusunda vereceği karar hangi yönde olursa, önemli politik yansımalara yol açacaktır. Kararın milli politika hedeflerimizi zedelemesine izin verilmemelidir.
Evet, 2004 yılında ya umutlarımız gerçekleşecek veya büyük düş kırıklığına uğrayacağız. AKP hükümetinin eline tarihi bir fırsat geçmiştir. Bu fırsatı kaçırmazsa hem parti olarak büyük bir başarıya imza atar ve hem de kurulduğundan beri cumhuriyetin güttüğü amaca son yarım asrın en büyük hizmetini yapmış olur.