16 Nisan'da Güney Kıbrıs ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’ adı altında AB ile Katılım Antlaşması'nı imzaladı.
Parlamentoların onaylarını takiben Mayıs 2004'te üyeliği tekemmül edecek. O tarihe kadar AB Konseyi'ne gözlemci sıfatı ile katılacak. Şayet Annan planı temelinde bir uzlaşmaya varılmış olsaydı, Katılım Antlaşması'nı ‘‘Kıbrıs Birleşik Cumhuriyeti’’ni temsilen eş başkanlar olarak Papadopulos ve Denktaş beraberce imzalayacaklardı. AB'ye ikinci bir Yunan devleti değil, fakat Türkler ile Rumların egemen iradeleriyle kurdukları ve ortak egemenliğini paylaştıkları bir federasyon girecekti. Türkçe, Yunanca ile eşit düzeyde AB'nin resmi dillerinden biri sayılacaktı. Yeni Kıbrıs devleti Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemeyi peşinen taahhüt etmiş olacaktı. Kıbrıs meselesinin çözümlenmesi aynı zamanda AB için de büyük bir başarı teşkil edeceğinden, Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci mutlaka yeni bir ivme kazanacaktı. Büyük bir fırsat kaçırıldı.
***
Neden böyle oldu? Çünkü Irak krizinde de görüldüğü gibi Ankara'da kritik konularda cesaretle karar alabilecek bir otorite yok. ABD'de ve Batı Avrupa'da olduğu gibi siyasi sorumluluğu yüklenebilecek bir kişi veya merci bulunmuyor. Çeşitli karar merkezlerinin üzerinde en kolay anlaşabileceği eylem, güçlükleri ertelemekten ibaret. Kıbrıs konusunda bir başka unsuru da göz önünde bulundurmak gerekir. Karar almak mevkiinde olanlardan galiba hiç kimse 192 sayfalık Annan planını okumak zahmetine katlanmadı. Bürokrasinin brifinglerinden veya Denktaş'ın söylemlerinden akıllarında ne kaldıysa değerlendirmelerini buna göre yaptılar. O kadar ki Annan planının 1960 Antlaşmaları'ndan bile geride kaldığına inandılar. Oysa 1960 Antlaşmaları'nda ve Anayasası'nda bölge sistemi yoktu. Türklere ancak toplumsal haklar tanınmıştı. Annan planında ise Türklere Ada'nın % 29'dan biraz fazlası ve Kıbrıs sahillerinin % 50'si bırakılıyor. 1960 Antlaşmaları'nda bu öğeler olsaydı Rumların ve Yunanistan'ın 1963, 1967 ve 1974 saldırılarını yapamayacakları kesindir. Annan planının Garanti Antlaşması'nı zayıflattığı iddiası ise inandırıcılıktan yoksundur. Kaldı ki çözümün AB şemsiyesi altında olması güvenliği azaltan değil, fakat artıran bir unsurdur. AB bütün evriminin gösterdiği gibi çatışma kültürünü değil, fakat toplumsal barış ve dayanışmayı kuvvetlendiren bir yapıdır. Kıbrıs ve Türkiye için stratejik önemine gelince, Irak Savaşı ve Güney Kıbrıs'ın AB üyeliği bütün stratejik dengeleri aleyhimize değiştirmiştir. Politik ve ekonomik temeli olmayan stratejik avantaj olmaz.
***
Peki bundan sonra ne olacak? BM Güvenlik Konseyi, 11 Nisan tarihinde Genel Sekreter Annan'ın raporu üzerine bir karar kabul etti. Karardan önceki tartışmalarda ABD ve İngiltere, Annan planının son şeklindeki parametrelere ve dengelere dayanan bir çözümün Konsey tarafından benimsenmesini istediler. Fakat Rumlar plandan artık kurtulmak peşinde olduklarından, Rusya ve Çin'in yardımı ile Annan planına çok daha sulandırılmış bir referansla yetinilmesini sağladılar. Prensip olarak yeni kararla Genel Sekreter'in iyi niyet misyonu devam ediyor, fakat kendiliğinden bundan sonra bir atılım yapması kolay değil. Diğer taraftan 16 Nisan'da, AB'ye Katılım Antlaşması'na Kıbrıs hakkında eklenen protokolde Annan planına atıfta bulunulmadı. Kısacası, Annan planı yine bir şekilde masada, fakat bütün dengeleri tartışmaya açık ve Türkiye ile KKTC'nin pazarlık kozları bir hayli zayıflamış durumda. 2004 Mayıs'ına kadar bir çözüme varılamazsa, AB'nin Türkiye ile 2004 yılı sonunda üyelik müzakerelerine başlaması tehlikeye düşebilir. Müzakereler başlasa bile üyelik için çözüm şart olur. Fakat o zaman çözümü ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’nin bir iç düzenleme yöntemi ile gerçekleştirmekten başka çare kalmayabilir. Bütün tezlerimiz iflas eder.
***
Türkiye iki noktada süratle karar almalıdır: AB üyeliği bir tarafa, Kıbrıs'ta sürekli çözümsüzlüğün çok ağır politik bedeline katlanabilir mi? AB üyeliği gerçekten amaç ise Kıbrıs meselesinde Mayıs 2004'ten önce çözüme nasıl ulaşılabilir? Bir Çin atasözü var: ‘‘Hata yapılır, fakat dersi kalır.’’ Bunca hatadan sonra nihayet gereken dersi alabildik mi? Aldıysak kaybedecek bir vaktimiz yok. Yine 1999 AB Helsinki Zirvesi'nden sonra yaptığımız gibi işi son dakikaya bırakırsak hiçbir yere varamayız, dövünmekle yetiniriz.