AEK Kulübü, maçtan önce nefis bir belgesel hazırlamış. Kale arkasındaki dev skorbordlarda, karşılaşmanın oynandığı Olimpiyat Stadı’nın oluşumunu anlatan bir film gösterildi.
Tahta tribünlü bir stattan 75 bin kişilik bugünkü muhteşem stada nasıl gelindiği gözler önüne serildi. Belgeselde, her iki ülke halkı için özel önem taşıyan görüntüler de vardı. Yunanlılar’ın 1920’li yıllarda İstanbul’dan göçünün gösterildiği bölümde Sultanahmet Camii’nin minarelerinden yükselen ezan sesleri yükseliyordu. Bir an şaşırdık ve duygulandık. Bravo AEK’lı yöneticilere. Gerçekten çok güzel bir belgeseldi.
Aykut oynamaya hazır
Maça gelince... Burada birkaç isimden özellikle bahsetmek istiyorum. Kaleci Aykut, neredeyse her maçta yedek kalmasına rağmen, her an oynayabilecek gibi hazır. Mükemmel bir maç çıkardı. Hele 3-4 tane pozisyon vardı ki, en babayiğit kaleci bile bunları çıkaramazdı. Ümit Karan’ın savaşmasını çok beğendim. Fizik gücünü olağanüstü bir biçimde kullanıp, AEK defansıyla tek başına boğuştu. Esas kadroyu bu kadarla bırakıp, gençlere gelelim.
Resital verdi
İkinci yarıda sahne alan gençleri dikkatle izledim. Bir çocuk hemen gözüme çarptı. Adı Zafer. Boylu poslu değil ama fiziği yerinde. Topla öyle güzel oynuyordu ki, adeta resital veriyordu. Kazandığı topların bir tanesini bile yanlış kullanmadı. Üstelik mücadele gücü de yüksekti. Yılmadan savaşıyordu. Hayret ettim. Bir de Arda vardı. Zafer kadar olmasa da, gayet iyi oynadı. Cafercan ve diğerlerinden söz etmek istemiyorum. Çünkü, onlar bilinen isimler.
Ben yöneticilerin yerinde olsam, bu Zafer’i gözüm kapalı A takım kadrosuna koyar, Hagi’nin himayesine verir ve lig maçlarında da sahaya sürerim. Bu maçta görmek istediğim o çocuğu buldum. Adı da Zafer.