GÖRÜNTÜ var, ses yok... Rüzgar var, şut yok... Penaltı var, gol yok... Sahada ilk perdede öyle bir Ümit Karan var ki, golcülüğünden eser yok. Pozisyonu var, ama topa hükmedecek gücü yok.
Pire gibi sahada dolaşan bir Lincoln, arı gibi çalışan Hasan Şaş... Hasan, ikinci bölümde neden çıktı, anlayamadım. Dün sağ kanada hareket getiren, penaltı yaptıran oydu.
Kasımpaşa hem rüzgara, hem 50 milyon Euro’luk Galatasaray’a karşı mücadele etti. Defansta sağlam durdu, bir-iki kaleyi yokladı, ama olmadı. Birinci perde böyleydi.
İkinci bölümde hakem düdüğü çaldı, Galatasaray yine durarak oynamaya başladı. Saha kenarında Feldkamp arayış içine girdi. "Kimi kiminle değiştireceğim" diye düşünüyordu. Gidişat kötüydü, taa ki, Lincoln sahneye çıkıncaya kadar... Sambacı öyle bir pas verdi ki, Ümit Karan’a, aman, aman, aman... Duran topu gol yapamayan Ümit Karan, önce göğsüne oturttuğu topu yumuşattı, sonra da öyle güzel bir rövaşeta vurdu ki, filelere giden bu gol jeneriklikti. O gol olmasa, Galatasaray 1 puanla yetinirdi.
Barış mükemmeldi
Olimpiyat Stadı’nda ortada 3 puan, ama keyif alınmayan bir futbol vardı. Düne kadar futboluyla lige tat katan Galatasaray’dan eser yoktu. Rakip kaleye doğru düzgün şut atmayan, 1 kez yoklayan Galatasaray, hücum düşüncesinden uzaktı. Barış orta sahada mükemmel oynadı. Gitti, geldi, mücadele etti. İlk bölümde sağ kanattaydı, Feldkamp daha sonra onu ortaya aldı. İlk defa oynayan İsmael Bouzid kötü değildi, basit top oynadı. Zaten Kasımpaşa da fazla hücum etmediği için zorlanmadı. Kasımpaşa’da en iyi oynayan Fatih Akyel’di.
Rüzgara karşı oynanan futboldan satır başları ve tek golle gelen 3 puanın özeti böyleydi.