BAŞARININ anahtarı; ’Bir işe nasıl başlarsan sonucunu da öyle alırsın’ cümlesinde gizli. Hele sen bir ekipsen, düşünce zenginliği ve paylaşma arzusu aynı beyinlerde yatar. Futbolda eğer aynı şeyleri düşünüyor ve aynı hareketleri yapabiliyorsan, istediğini alırsın.
Futbolun saha içindeki 3 bölümünde de iyiydi G.Saray. Birinci bölgede yani savunma kurgusunda çok iyiydi G.Saray. Paylaşım mükemmeldi... İkinci bölge hazırlık bölgesi. Oyunu okuma, hücuma servis yapma. Inamoto’nun top çalma, hemen topu kullanma düşüncesi kusursuzdu. Ayhan hedefe top aktarma, servis yapmada iyi. Arda’nın hem gol atıp hem attırma düşüncesi harika. Hasan Şaş’ınsatopla fazla oynama sevdası kötü. Ben bunları yazarken, oyunun 1. perdesiydi ve her şey mükemmeldi.
Laubalilik...
İkinci perdeyi seyrederken yukarıda söylediklerimin hiçbiri ortada yoktu. Saydığım güzellikler, düşünce zenginliği ortadan kalkmıştı. Sanki her şey bitmiş, kazanma duygusu beyinlerden gitmiş, "işimiz tamam" diyen bir ekip ortaya çıkmıştı. Oksijen eksikliği değil burada ortaya çıkan. Laubalilik...
Zaten Türk futbolundaki eksik olan tek düşünce de bu. "Nasıl olsa ben işi bitirdim" havasına girip, işi yarım bırakmak olmuyor mu. Sivasspor da bir takım. Hezimetten korkarken, canlanarak "mücadeleyi bırakmam" deyip, oyuna asılmaları G.Saray’ı şaşkına çevirdi. Sarı kırmızılılar oynadığı ilk bölümde futbol adına her şeyi yaptı. Ancak ikinci bölümde niye böyle oyundan düşüyorlar şaşılacak bir şey. Bu şımarıklık mı, kazanma duygusunu erken bitirmek mi? İşte bunu bir türlü çözemiyorlar. Kendi kendime "İlk perdede oynanan oyunu niye Bordeaux’da oynamadınız" diye düşündüm. Sonra da pişman oldum. Galatasaray Arda’nın, Inamoto’nun, Ayhan’ın iyi oyunuyla işi bitirdi. Hakem Barış Şimşek fazla hata yapmadı. Tek hatası vardı. O da her iki takımı da çizgili formayla sahaya sürmesi.