FUTBOLUN bir felsefesi vardır. Her takım kendi felsefesini uygulamak ister. Buna uygun oyun kalıbını sahaya yansıtır.
Galatasaray’a baktım, bir oyun felsefesinden eser yoktu. Oyunda ne bir kanat organizasyonu, ne verkaçlar, ne ikiye birler, ne topsuz oynama düşüncesi, ne oyun kurma anlayışı vardı. Feyenoord takır takır topu gezdirirken, Galatasaray gelişi güzel oynanan futbolun örneklerini sundu.
Rakip alana mı gitmek, git gidebilirsen... Neredeeee. Ne İnamoto ne de İliç orta sahadan servis yapma teşebbüsünde bulundu. Çünkü top gelmeden düşünce zenginliği ve oyunu yönlendirme anlayışı yoktu. Bu olmayınca topu iyi değerlendirme şansları da yoktu. Baktı Erik Gerets bu bölgelerde arıza var, orta sahaya Okan’ı alıp İliç ile Hakan’ı hücumda birlikte oynatmaya başladı. Daha sonra bu da yetmedi, bu ikilinin yanına Hasan Kabze’yi koydu. Sonra da hababam rastgele vur futbolu başladı.
Kişisel oyun
Kaleci Mondragon bile ceza sahasının dışına çıkıp topu şişirmeye başladı. Hakan yükseliyor, bir-iki topu indiriyordu, ama son vuruş yoktu. Bu futbol mu şimdi? Gol atma şansları tesadüflere kalmıştı. Böyle oyun kalıbı 20 sene önce uygulanıyordu. Şimdi futbol ilerledi, her futbolcunun ayrı görevleri var. Ama G.Saray’da kim ne zaman kime top verecek, kim alacak belli değildi. Futbol hızlı oynanan bir oyundur saniyelerin bile değeri vardır. Uyuyan Galatasaray’ı Hasan Şaş birinci bölümde biraz hareketlendirdi, o kadar. Gerisi mi, sıfıra sıfır elde var sıfır.
Galatasaray’da hiçbir futbolcu bir şey yapma düşüncesinde olmaz, sadece topla oynayayım anlayışı taşırsa, birbirlerini daha iyi anlayıp ezberlemezlerse, işleri zordur, zor. Herkes kendine oynarsa bu bir takım oyunu olmaktan çıkıp, kişisel spora dönüşür. G.Saray’ı oynattıran Gerets, oyunu futbolcunun kendi hünerine bırakırsa, ortada ne fol olur ne de yumurta.