Paylaş
Tören güzeldi. Balıkesir Valisi Hasan Şıldak Bey güzel fakat bazı ikazları ihtiva eden bir konuşma yaptı. Balıkesir zeytincilerinin başkanı diyebileceğimiz Hasan Baysal bazı gelişmelerden, özellikle UNESCO’nun zeytin yetiştirilen doğanın profiline duyduğu ilgiden ve Ayvalık’ın katkısından söz etti. Belediye Başkanı Mesut Ergin’in konuşması da doğrusu Ayvalık zeytincilerine doğru yolu gösterecek bir mahiyetteydi.
DİĞERLERİNE BENZEMEZ
Sözün kısası Ayvalık, bana göre de ülkenin en lezzetli zeytinyağının yetiştiği bir bölge. Reklama lüzum yok, talep fazla ve karşılanamıyor. Karşılanması için zeytincilik yapanların çalışma yöntemlerini değiştirmeleri, Romalılardan beri bir dönüme 10-12 ağaç kültürünü sayıyla değiştirmek yerine belki tarihi dokuyu ve zeytincilik tarihinin Ege’deki verilerini iyi değerlendirmeleri gerekir. Çoğu zeytin sahibinin ve zeytini tüketenlerin zannettiği gibi zeytincilik yılda üç aylık bir iş değildir. Ciddi çalışma ve takip ister. Eğitiminin içine toprak bilgisinden tarıma, su bilgisine, iklim tetkiklerine ve tarih bilgisine kadar her şey girer. Çünkü 1.000 yıllık ağaç bile vardır. Elma, armut yetiştirmekle zeytin yetiştiriciliği aynı gayret ve bilgi ölçüsünde değildir. Ülkemizde en geniş ihracat talebini karşılayan ve iç pazarın isteklerini karşılayanlar Akhisar ahalisidir. Manisa vilayetinin tamamını kapsayan hatta aşan bu bölgede tütün ziraatı ustalıkla zeytinciliğe çevrilmiş, dış pazarlarla ilişki kurulmuştur.
EN BÜYÜK TEHDİT YAPILAŞMA
Zeytinle uğraşanlar bütün yıl faaldir. Değişen iklim ve ekolojik şartlar maalesef garip böceklerin ve zeytin düşmanı bir flora (bitki örtüsü) ve faunanın (hayvan, böcek vs.) ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlarla nasıl baş edileceği, ürünün tadının ve kalitesinin bozulmadan nasıl zirai mücadele güdüleceği bir sorundur. Tabii en büyük sorun zeytin bölgelerini tehdit eden yapılaşmadır. Köylünün ihtiyacı bitmiyor, bahçe satıyor. Alanlar da müteahhitlerdir. Son olarak herkesin tanıdığı bir tip, İstanbul’dan sonra Muğla bölgesinin kıyılarını ve sularını da tahrip edecek ve kirletecek geniş bir yapılaşmaya girişmiştir ve bunu iftiharla arz ediyor.
Hiçbir şekilde bireylerin seçimi ve davranışına bırakılmayacak bir konu! Hükümetlerin ama en ön safta bütün zeytincilikle uğraşanların bir araya gelip tartışmaya açması, eğriyi doğruyu yönlendirme zamanı gelmiştir.
‘CEZAYİR TARİHİNDE TÜRKLERİN MÜSPET ROLÜ’NÜ ASKIYA ALAN...
FRANSA
1981’den beri Osmanlı Etütleri Komitesi (CIEPO) ve Tunus’ta, gerek akademik örgütlenmeleri gerekse dikkate değer tetkikleriyle ün yapan Prof. Dr. Abdeljelil Temimi’nin tertiplediği düzenli seminerlere katılırdık. Bu seminerlerde dikkatimizi çeken bir eğilimle ister istemez karşılaştık. Fransa’dan gelen Osmanistlerin açıkça ifade etmedikleri “Cezayir tarihinde Türklerin müspet rolü” meselesi askıya alınmış bir fikirdi. Klasik Cezayir yazıcılığında Türklerin Cezayir’i ve Cezayir-i Garp Ocakları denen Tunus’u hatta Trablusgarp’ı, başta İspanya olmak üzere Batı emperyalistlerine karşı nasıl savundukları ve ülkeye bir otonomi bahşettikleri ifade edilirken, bu konularda Fransa’da yeni çalışıp gelenler aksini hafiften savunmaya başlamışlardı. Tezlerinde zayıf nokta şuydu: Bizatihi Osmanlı tarihinde Cezayir sorununu İstanbul arşivlerinden uzun boylu tetkik etmemişlerdi. Konu üzerinde çalışanların da zaten Prof. Dr. Temimi gibi kuvvetli bir Türkolog olmadıklarını belirtmem gerekir.
ÖNEMLİ BİR HATA
Bazıları duygusal Cezayir tarihçisi olmaları nedeniyle Fransız tezlerine katılmıyorlardı ama güya bu çizginin dışına çıkanlar vardı. Cezayir ve Tunus’un Türkiye’deki tarihçileri ise bence önemli bir hata yapıyorlar. Önümüzdeki tetkiklerin ve bilhassa yazışmaların gösterdiği idari yapı, Cezayir’in mesela Rumeli Vilayeti, Halep Vilayeti, Bağdat gibi veya Tırhala gibi merkeze raptedilmiş belirgin bir tımar rejimiyle idare edilen yer olmadığıdır. Cezayir Beylerbeyi Cezayir’i bir araya getirir, yönetir. Yerel direnişleri bastırmıştır ama bu orada mutlak hâkimiyetin kurulduğu gerçeğini göstermez, aslında böyle bir iddia da yoktur. Osmanlı yönetiminde tımar rejimine bağlı olanlar vardır, “eyâlet-i mümtâze” statüsünde olan vardır. Mümtaz eyalete bugün Macaristan’da olmayan Macar Krallığı, yani Erdel (Transilvanya), Eflak-Boğdan, Kırım Hanlığı ve Cezayir girer. İşte bu statü orada nasıl çalışılıyor, buna bakmak lazım.
UYDURMA BİR MİLLET İDDİASI
Fransa tarihçileri maalesef başkanlarına aydınlatacak bir rapor vermişler mi veya böyle bir şey verecek durumdalar mı? Anlaşılan Rue des Chèvres’in çok bilmiş siyaset bilimcileri Cezayir için kullandıkları birtakım galat lafları başkanlarının önüne koyuyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron eğriyi doğruyu ayıracak bir yüksek irfana sahip değil. Maalesef bu ülkede artık Jacques Chirac gibi çok meraklı ve bilgili siyaset bilimi okumuş politikacılar yok. Macron, Cezayir’in uydurma ve yaratma bir millet olduğunu iddia ediyor. Gülünç! Çünkü Algérie dedikleri nesne, Cezayir yani adalar demek anlamındadır. Binaenaleyh buranın isimlerinde ve milletleşmesinde bu Fransa’nın verdiği bir unvandır. Fransız kolonyalizminin Cezayir’de en kötü mirası Arap diline vurduğu darbe olmuştur. O kadar ki bugün aydın sınıf, okumuş Cezayirliler için Arapça hâlâ çözülemez bir sorundur. Maalesef aynı tür kötü miras Sovyet Rusya hâkimiyetinin gerisinde kalan Orta Asya ve Kafkas halklarında da görülüyor. Münevverler yerli dilleri kullanamıyorlar, bilemiyorlar, hâkim olanların sayısı çok az.
CEZAYİR BİZE KÜSMÜŞTÜ
Böyle hakaretamiz tarif gerçeklere uymadığı gibi Cezayir’in hak ettiği bir üslup değil. Fransa içinde ne olursa olsun güneyinde tarihi ve kültürel bağları olan bir ülkeye sarf edilemez. Şu gerçeği unutmayalım, Cezayir bağımsızlığından itibaren bize küsmüştü. Çünkü Fatin Rüştü devrinin bir grup siyasetçisi ve diplomatı Fransa’yı her konuda desteklemeyi düstur edinmişlerdi. Oysa bir Fransız hükümeti vardır, bir de Fransa vardır. Jean-Paul Sartre’ından Raymond Aron gibi sağda yer alan filozofa kadar herkes Fransa’nın Cezayir politikasını tenkit etmeye, karşı çıkıp bildiriler yayınlamaya başlamıştı. Büyükelçi Semih Günver’in hatıratını okumanızı tavsiye ederim (Bir Kiraz Ağacı Olsaydım). Bağımsız Cezayir’e ilk ziyaret yapan deniz kuvvetleri birliğinin limandan Kasbah’ın önünden abideye çelenk koymaya gidişini anlatıyor. Devletin küstüğü bu törene Kasbah’ı boşaltan halk “Allah-u Ekber” ve “vive la Turquie” sedalarıyla olağanüstü bir tezahüratta bulunmuşlardı. Özal’ın hanesine yazdığım en müspet olay, Cezayir’i ziyaretinde Milli Meclis’ten resmen özür dilemesidir. 1960’tan evvelki aşırı Fransız ve NATO’cu, lüzumsuz, abartılmış politikayı resmen tenkit etti.
Tarih gerçekleri politika adamlarının eline bırakılırsa ve tarihçiler gerekli etkiyi gösteremezlerse Macron gibi küçülmüş, makamını anlayamamış devlet adamları ortaya çıkabilir, ağzına geleni söyler. Biz de Cezayir’in savaş yıllarındaki ikircikli politikamıza devam ederiz. Bugün bizim şuurlu olmamız gerektiği gibi Fransa’nın da eski Fransa olması gerekiyor. Hiç değilse kusurlarını bilen ve ona göre hareket eden.
Paylaş