Paylaş
Atİna’dan dostumuz Venos Saharyadis (Şekeroğlu) bildiriyor. Geçen hafta pazar günü (8 Ekim) Yunanistan seçimleri (5 senede bir tekrarlanır); 56 vilayette ve 13 çevre valiliği (yani genel valilikte) ve 262 adet büyükşehirlerdeki belediye seçimlerini içeriyordu.
KAZA, YANGIN, SU BASKINLARI
Son zamanlarda Yunanistan’da sorun çok. Tren kazasında 52 kişi öldü. Eğriboz adasında müthiş bir yangın vardı ve söndürülemedi. Volos ise su baskınlarından büyük hasar gördü. Teselya (Thessalía) Ovası; sel sularından göle döndü. Bütün bu sıkıntılara rağmen Kiriakos Miçotakis bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.
Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Beş tanesi bu haftaki seçimlerde belli olacak. Sadece Pasok’tan bir aday kazandı. Katılım oranları düşük. Buna rağmen Girit’te kazanan aday partisinin (PASOK) oy oranı partinin genel oranın çok üstünde (Yüzde 12’nin üstünde) ama Girit yüzde 78’le seçildi. Stavros Arnaoutakis ilginç bir Giritli. Girit’teki dört vilayetin başında genel vali. Bütçesi ve yetkisi geniş bir makam. Bu güveni kazanan adam Rethimnon yani Resmo şehrinin Arhanes köyünde muhtardı. Avrupa Birliği’ne bir proje sundu. “Köy idaresi olarak iktisadi işletme kurmalıyız” diyerek yola çıktı. Avrupa bütçesine bağlı ilk lokantayı burada kurdu ve Arhanes’te ilk Avrupa bakkal dükkânı da açıldı. Köye para yağdı. Bu zenginlikle köy kalkınınca muhtar da belediye başkanı, arkasından bulunduğu vilayetin valisi ve milletvekili seçildi. Şu anda da genel vali.
Yunan seçimlerinde bugüne kadar görülmeyen tiplerin sayısı hayli kalabalık. Anadolu kökenli, özellikle Karadeniz’den gelenlerin çocukları ve torunları soyadlarını muhafaza ederek belediye başkanı oldu; seçilenler de oldu. Mesela Dangalakas, Cepkenci, Dangalikis, Nizamis, Muradoğlu, Mayhoşoğlu, Kafatasakis, Pısvisis gibi. Trabzonlu Andrias Pahaturidis, Lazca pahari, ova demek oluyor. 245 bin nüfuslu Pelisteri şehrinin başında. 21 sene başkanlıktan sonra beş sene için yüzde 77.8 oy oranıyla bir kez daha seçildi. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor.
TUZU KURU BİR ÜLKE AMA...
Komşumuzun demokratik yapısı bize göre işliyor; görünen o. Seçimlere katılım düşük. Ama belediyelerdeki iktisadi girişim hareketi büyüyor. Arnaoutakis tam bir belediyecilik kahramanı. Yunanistan’da da Karadenizliler bizdeki havuza dayanan bir seçim ve parti mekanizması geliştirmişe benziyorlar. Yunanistan tuzu kuru bir ülke. Seçimlere gitmeyenler gidenlere bakmaya bile üşeniyor. Ama kamuoyunun bizdeki kadar ilgilenmediğini söyleyemeyiz. Partiler ve partililer kontrol altında. Galiba demokrasinin en önemli vasfına sahip olan bir ülke.
ORTADOĞU
Ortadoğu felaket kıtası mı oluyor? İsrail ve Hamas arasındaki çatışmalar tam karşılıklı terör savaşı hâline dönüştü. Terör savaşlarının masum kurbanları arasında çocuklar önde geliyor. Bu nedenle bu konularda tarafgir, basit, heyecandan ve bilgelikten mahrum demeç ve yazıların pek yersiz olduğunu belirtmek gerekir. Hükümetin bu konudaki yaklaşımı ise soğukkanlıdır, doğrudur. Tarihte hiçbir ülke bu kadar küçük yüzölçümüyle bu kadar büyük bir sorun haline dönüşmüş ve trajedi yaşamış değildir. Ve gene Ortadoğu bölgesinde Nil vadisi dahil, bu kadar küçük bir sahada böyle kalabalık bir nüfus bulmak güçtür. Daha asrın başında nüfusu 40 bin ve Birinci Dünya Savaşı sonunda ise azalarak 20 binden aşağı düşmüşken; yüz yıl sonra nerdeyse bir milyonu aşan bir nüfus bu topraklarda barınıyor.
TARTIŞMA YARATAN SORU
Bu hafta Celal Şengör ile “Açık Mikrofon” programına davet edildim. Doğrusu ilk başta program rayında gidiyordu. Fakat sunumun sonundaki bir soru düşünmek istemediğim bir durumu ortaya çıkardı. Bizim kitlenin içinde hem medyayı takip edenler hem de yönetenler açısından bir tutarsızlık, bir kolaycılık hâkim.
Oğuzhan Bey, Celal Hoca’ya sordu: “Filistinliler karşı tarafa toprak satmış mıdır?” Celal Hoca’nın çok hassas olduğu ve üzüldüğü bir konu, “Sattılar tabii. Bu yüzden bugünlere geldik” dedi. Aynı soruyu bana da yönetti. “Evet, Siyonist yerleşmelerden beri toprak satın alınıyor. Zirai koloniler, okullar ve tesisler kuruluyor ama son zamanlarda bu bitti ve artık kimseye toprak satılmıyor. Hatta bu hıyanet olarak görülüyor” diye müdahale ettim.
Tabii sosyal medyada anlamadan yorumlayanlar ortaya çıktı. Bunlara cevap vereyim. İki cemaat bir araya geldiği zaman bir grubun öbürünün yanında zirai bölgede yaşaması için ya işçilik yapar ya da kendisinin arazi satın alıp tezgâh kurar, işletmeci olur. Sabralar, yani Filistin’de doğan, büyüyen kolonizatörler Ortadoğu’nun klasik toprak yarıcıları gibi olamazlar. Dışarıdan gelen sermaye ile belki Rothschild gibileri belki kendi orta sınıflarından gelen sermayeyle araziler satın aldılar, çiftlikler kurdular.
Filistinlilerin toprak zenginlerinin, bütün Ortadoğu’da olduğu gibi toprak satarak lüks bir hayata geçtiği bir gerçek. Bahsettiğim asıl dönem Osmanlı zamanı değil. Programda da söylediğim gibi “iki savaş arası”. Yani Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arası. Ama bütün bunlar İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde kaldı. Siyonizm’in bir yeni devlet olarak ortaya çıkmasından beri (1948) Filistinliler daha dikkatliler. Özellikle son 60 senede toprak satmak “hıyanet” olarak görülüyor.
BU DRAM İSTİSMAR EDİLEMEZ
Mühim olan bu gibi yaralara değinmek değil. İçinde bulunduğumuz son savaş herkes için bir şoktur. Mutlaka müdahale edilmesi ve gündemde kalması gereken terörist metotlarla süren savaştır. Ölenler sivillerdir, çocuklardır. Tarihin ulaşacağı bu hedef onlara sorulmadı. Bu hazin, trajik noktadan doğan dram hiçbir şekilde istismar edilemez.
Bir yayıncıya düşen de kahvehanelerdeki insanların sloganlarını tekrarlamak değil, onları aydınlatacak düşünceler ve gözlemlerin yorumlanmasıdır. Bu bakımdan genç Oğuzhan Bey’in programının tanıtımını başarılı bulmadım. Cumhuriyet’in 100. yılını konuşmak için davet edildiğim programın başlığa uygun şekilde ilerlemesi isabetli olurdu. İnsanlığın imtihan edildiği, acıların çok taze olduğu bir ortamda anlamsız ve kışkırtıcı bir sunumla kamuoyu meşgul edildi. Genç yayıncının daha dikkatli, daha yapıcı, ufuk açıcı bir program yürütmesini temenni ederim.
Nasıl deprem zamanı ekibiyle yardıma koştuysa şu anda da yüz binlerce masum insanın susuz, elektriksiz ve en önemlisi can güvenliğinin olmadığı bir ortamda haberciye düşen görev ilk olarak geçmişi kurcalamak değil, günümüzü izleyiciye aktarmak olmalı.
MEZOPOTAMYA KÜLTÜRÜNÜN YEŞİLKÖY’DEKİ YERİ: MOR EFREM SÜRYANİ KADİM ORTODOKS KİLİSESİ
Bu Pazar (8 Ekim) öğleden sonra Yeşilköy’de İstanbul Mor Efrem Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’nin açılış töreni yapıldı. Kilise aşağı yukarı 2013’te Başbakanlığın ve İstanbul Belediyesi’nin girişimiyle tahsis edilen arazide yapılmaya başlamıştı. Bu, Sultan Abdülmecid zamanında Tarlabaşı’nda açılan Meryem Ana Kilisesi’nden sonra Cumhuriyet devrinde inşa edilen ilk Süryani Ortodoks kilisesidir. Hatta ilk kilisedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu kiliseyi törenle açması bir ilk oluyor. Cemaatin yeri bakımından da çok önemlidir. Rum Ortodoks Patriği I. Bartholomeos Cenabları’na “Ekümenik Rum Kilisesi” unvanının yazışmalarda hükümet tarafından aşağı yukarı iki yıldan beri kullanılması kadar önemlidir.
TÜM SÜRYANİ METROPOLİTLER KATILDI
Açılış güzel tertiplenmişti. Bütün dünyadaki Süryani metropolitleri katılmışlardı. Vikar Patriyark olarak Mor Filüksinos Yusuf Çetin Hazretleri törenin yöneticisiydi. Süryani Vakfı Başkanı Sait Susin Beyefendi’nin nutku fevkalade önemli. Cumhurbaşkanı’nın açılış nutku ise bir politikanın da altını çizdi. Süryani cemaati devletle ittifak halinde. Türkiye’de gayrimüslim bir cemaatle devletin yakınlaşmasını temsil eden Patrik Bartholomeos Cenapları da oradaydı. Yeşilköy semtinin bu şahane mimari eserle ayrı bir nitelik kazanacağını, Mezopotamya kültürünün Yeşilköy’de yerini aldığını söylemek mümkün.
Paylaş