Paylaş
OSMANLI İmparatorluğu için tam tamına dört yıl önce ekim sonunda başlayan savaş 30 Ekim 1918’de Limni Adası’nda son buldu. Mondros Limanı’nda Türkiye’nin bütün müttefikleri gibi ağır bir mütareke imzaladığı açıktı. Buna rağmen Rauf Bey dahil mütareke heyetinin saf bir ümit beslediği de açıktır. Büyükada’da Kût’ül-Amâre’den beri esir olarak bulunan general Townshend Britanya’yı ikna için heyetle birlikte götürülmüştü. Tamir edildiği anlaşılan Gelibolu malulü HMS Agamemnon zırhlısının içinde heyetler görüşmeye başladı. Tabii bu bir görüşmeden çok diktedir.
HINÇ-İNTİKAM-İŞGAL
Fransa’nın Alman heyetine karşı takındığı mütehakkim ve kindar tavrın ilk anda Britanyalılar tarafından gösterilmediği açık. Amiral Somerset Arthur Gough-Calthorpe yer yer ikna edici hatta Türklerin lehinde uygulanacağına dair vaat edici üslubunu buradan ayrıldıktan sonra unutmuştur. Zira Britanya dört yıl süren bu savaşın kendisi için çok uzun olduğunun farkındaydı. Umulmadık kayıplar yanında bilhassa Gelibolu’dan sonra Kût’ül-Amâre’deki yenilgi, İran ve Bakü’de bunu izleyen gerilemelerin kini içindeydi. Nitekim mütareke hükümleri çok geniş yorumlanarak 1919 yılı içinde işgaller ve Osmanlı devlet görevlilerine karşı küçümsemeler devam etti. Bu tip bir mütareke havası Cihan Harbi’nin kendisi kadar yenidir. Uzun süren savaş uzun süren hınç ve intikamı da birlikte getirdi.
OKUMUŞ ŞEHİT GENÇLİK
Daha dokuz ay evvel Türkiye Brest Litovsk’ta Rusya’nın savaştan çekilmesiyle umutlu bir safhaya girmişken, ardından Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan’ın savaşı terk etmesiyle doğudaki cephelerde tamamıyla yalnız kalmıştı. Bu uzun savaş Türkiye’nin sadece topraklarını Suriye, Lübnan, Filistin ve Irak gibi verimli bölgelerini değil savaşçı ve üretici bir asker neslini de kaybetmesine sebep oldu. Şehitler arasında İstanbul’daki liselerin ve Darülfünun’un boşalan sıralarından silah altına alınan okumuş gençlik de vardı. Şark ve Garp kültürüne sahip
bu şehit kuşakla gelişmekte
olan bir ülkenin geleceği mahvolmuştu.
MANZARAYA BAKARAK: GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
Bundan aşağı yukarı 15 gün sonra Birleşik Ordular Komutanlığı’nı mütareke dolayısıyla teslimle bırakarak İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da karşılaştığı manzara buydu: Harbin son günlerinde bombalanan Haydarpaşa Garı ve İstanbul’un önündeki onlarca düşman zırhlısı. Bu hoş karşılanacak bir manzara değildir fakat Paşa’nın birkaç gün devam eden demiryolu seferinde gelecek için tasarladıkları ve alternatif planları tamamlanmış görünüyor. Kendisini karşılayan yaverlerine denizin üstündeki zırhlılar için “Geldikleri gibi giderler” sözü gelişimin başlayacağı anlamına geliyor.
ANADOLU HAREKETİ
Mustafa Kemal Paşa’nın ilk anda hükümetle ve bilhassa savaş sonunda “yaver-i has”ı olarak Almanya, Avusturya-Macaristan gezisine katıldığı, o zaman ki veliaht şu anda padişah sultan Vahideddin ile bir yakınlığı olduğu açıktı. Mustafa Kemal Paşa’nın görüşmelerinde padişahın kendisini Harbiye Nazırı olarak tayin etmesi ve bunun akabinde bazı politikalara girişmek niyetinde olduğu da görülüyor. Ne var ki gerek Sultan Vahideddin ve gerek etrafı uzun harbin getirdiği tahribat, yenilginin şiddeti ve İttihatçıların maceracı politikasından bezgin bir ruh hali içinde, Mustafa Kemal Paşa’nın teklif ve görüşlerine idrak ve katılma gösterecek durumda değillerdi. Diğer yandan Mustafa Kemal ve Anadolu’da kolordu komutanı Ali Fuat Paşa, doğuda Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’da Refet Bele gibi bir heyet Anadolu hareketinin temelini oluşturuyordu. Hiç şüphesiz ki Harbiye Nezareti Müsteşarı Fevzi (Çakmak) Paşa ve Miralay İsmet (İnönü) gibi zevat da Mustafa Kemal Paşa’yla yakın temastaydı.
DÜZELTME ANANESİ
7 Mayıs’ta lağvedilen 9. Ordu’nun kıtalarının teftişi için Mustafa Kemal Paşa, padişahın tensibi ve kabinenin ittifakıyla müfettiş olarak tayin edildi. Ordu müfettişliği eski bir Osmanlı ananesidir. Fevkalade durumlarda fevkalade yetkili komutanlar 17. asırdan beri özellikle Anadolu’daki ayaklanmalar döneminde ve II. Viyana Kuşatması sonrakindeki karışıklıklar sırasında Anadolu’ya gönderilmişlerdi. Anadolu’da asayişi sağlamak için müfettiş paşalar göndermek ve Cumhuriyet döneminde dahi umumi müfettişlikle karışık bölgelerde idareyi düzeltmek bu ananeye dayanır.
İTİRAZLARI DA AŞTI
Paşa’nın Karadeniz bölgesindeki mutasarrıflıklar ve hatta civardaki Kayseri gibi mutasarrıflıklarla da yazışma yetkisi vardı. Bu mıntıkadaki İtilaf komutanı general Milne’nin itirazıyla karşılaştı. Milne başından beri bir müfettişin tayini ve bölgede boy göstermesinin olumsuz olacağı, Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması gerektiği üzerinde ısrarla durdu. Herhalde bu safhada İstanbul’da askerlerin ve bazı mülki zevatın bu itirazlara karşı çıktığı ve padişahı ikna ettiği anlaşılıyor.
İZMİR İŞGALİNE İSYAN
Her halükârda Samsun, 15 Mayıs’taki İzmir’in işgalinden sonra kaçınılmaz bir hedefti ve Mustafa Kemal Paşa süratle İstanbul’u Samsun’a müteveccihen terk etme kararını gerçekleştirdi. 17 Mayıs’ta Bandırma Vapuru hareket etti. İzmir’in işgali kitleleri fevkalade infiale, isyana sürüklemiştir. Ege bölgesinde İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti ve mart ayından beri Türkiye’nin her tarafında benzer cemiyetler, hatta işgalden sonra Erzurum ve İzmir’de Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kuruldu. Bu hareketlerin hepsinin nasıl bir araya getirileceği Paşa’nın en önemli ve daha İstanbul’da başlayan faaliyetinin başlıca odak noktasıdır.
DAMAT FERİT’LER
İster Tevfik Paşa ve Salih Paşa gibi hayırhah davranışlı kabineler, isterse Damat Ferit gibi İngilizlere mutlaka bağlılık gösterenler olsun, mütareke hükümetlerinin etkin ve dirayetli politika izleyemedikleri açıktı. Heyetin içinde geleceğin Refet Paşa’sı, Cumhuriyet’in en büyük sağlık bakanı, tanınmış bir askeri hekim olan Refik (Saydam) ve Paşa’nın kendi karargâh mensupları bulunuyordu.
İLK DURAK SAMSUN
Samsun’a adım atılacak, bilgi toplanacaktır. Göze batacak hiçbir faaliyetin ve etkinliğin gerçekleştirilemeyeceği açıktı. Nüfus kozmopolitti, işgal kuvvetlerinin etkisi hissediliyordu. İmkânlar sınırlıydı. Hedef doğrudan doğruya günümüzde 19 Mayıs yıldönümlerinde yürüyüşlerin tertiplendiği “İstiklal Yolu” dediğimiz güzergâhtan Havza-Amasya hattından da Anadolu’nun şarkına yani Kâzım Karabekir Paşa’nın mıntıkasına, oradan da Orta Anadolu’ya yönelmeliydi. Paşa’nın Havza’daki dinlenme sırasında, ki bunun adı “istirahat ve kaplıca tedavisi” gibi gösteriliyor ise de ilk, yoğun görüşmeleri yaptığı, civar bölgeler eşrafına ve memurlara telkinlerde bulunduğu açıktır.
İŞGALİN PERİŞANLARI
Nihayet 25 Haziran 1919’da meşhur Amasya Tamimi’ni yayımlanmasıyla Kurtuluş Savaşı’nın başladığı açıktır. İzmir’in işgali sadece yerli Türkleri rahatsız ve perişan etmiş değildi. Yunan işgal kıtalarının düzensizliği yerli tüccar kadar limanda ve şehirde aktif olan Levantenleri ve yabancı pasaportlu tüccarları da zarara uğrattı. Bu işgal günlerinde zararın dönem için çok büyük bir para olan 300 bin liraya ulaştığı söyleniyor.
VENİZELOS’UN HAYALİ
İzmir ve Anadolu’da Helen işgali Venizelos’un bir hayaliydi. İngiliz Başbakan David Lloyd George’la Yunanların kullanımı konusunda anlaştılar. Küçük Asya Seferi’nin komutanlığına tayin etmek istediği kral yanlısı olarak bilinen Venizelosçu subayların çok tutmadığı general İoannis Metaksas bu teklifi reddetti. “Yunanistan’ın topraklarının şerefle ve müreffeh yaşamak için yeterli olduğunu, Küçük Asya Seferi’nin bir macera olduğunu” belirtti. “Yok oldu zannettiğiniz ordularını Türkler yine toparlar ve bir sabah aniden karşınıza çıkarlar” dedi.
GELECEĞİN GÖSTERGESİ
Gerçekten de Samsun’a çıktıktan sonra yıl tamamlanmadan gereken kongreler yapılacak ve heyet Ankara’ya ulaşacaktır. Doğu’da Kâzım Karabekir Paşa’nın sağladığı hâkimiyet, Ankara’da kendisini bekleyen Ali Fuat Paşa ve Ankara’daki memurlar bilhassa Ali Kemali Bey ve Cemal (Bardakçı) asayiş amirleri geleceğin göstergesidir. Samsun’a çıktıktan 1.5 yıl sonra milli ordu ortaya çıkmıştır. İki yıl sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin hem içte ama asıl önemlisi dış dünyada itibarını ve varlığın pekiştiren Sakarya Savaşı general Metaksas’ın bu kehanetinin doğruluğunu gösterir. Hiç şüphesiz Kurtuluş Savaşı’nı hazırlayanların girişimi bir kumar veya kehanet değil ortak asker aklının bilgeliğine dayanır. Bütün bu mesele buna inanmaktı.
ZAFERİN TAÇLANIŞI
19 Mayıs 1919 Milli Mücadele’nin başı sayılıyor. Bu doğru bir isimlendirmedir. 3.5 yıl sonra da Mudanya Mütarekesi’yle bu savaş zaferle taçlanmıştır.
DİĞER PAŞALARDAN FARKI: DEHASI
VATANSEVER, yetenekli ve mücadele taraftarı tek kumandan elbette ki Mustafa Kemal Paşa değildi. Ona bu mücadelede yardımcı olan kumandanlar vardı. Ancak onu diğerlerinden ayıran en önemli farklılığı elbette ki dehasıdır. En akıllı, önde gelen generallerimiz bile -ki bence kurmay olarak hoş görülecek bir görüştü- “Bursa’yı, Antalya’yı, İzmir’i kurtarmakla uğraşmayın, olacak şey değil, tükeniriz, elimizdekini de kaçırırız” diyorlar, Anadolu ve Doğu Anadolu ile yetinilmesi gerektiğini söylüyorlardı ki bu “İlk hedefiniz Akdeniz’dir” düşüncesine uygun değildi, zıttı. Atatürk’ün kafasındaki geleceğe ait savaş hedefi çok daha farklı ve doğru olanıydı.
O ADIMLARI ALDIĞI İYİ EĞİTİM ATTIRDI
ATATÜRK bir askeri dehadır. Ancak bunun tarifini yapmak çok güçtür. Bu noktada aldığı kurmay öğrenimi çok önemlidir. O kuşağın parlak komutanları iyi bir eğitim aldılar, tabiri caizse her şeyi biliyorlardı, sivillerle irtibatları çoktu, felsefe, tarih, bilhassa coğrafya, edebiyat, mühendislik ve matematik hakkında bilgileri ve eğitimleri vardı, hiç değilse ne konuşulduğunu anlarlardı.
Nitekim aldığı eğitim Gazi Paşa’yı ileride ilginç adımlar atmaya yöneltti. Bozkırın ortasında, Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. Türkiye adeta arkeologların, Mezopotamya dilleri uzmanlarının eğitim ülkesi oldu. Bizantinika için bile dört-beş talebe Avrupa’ya yollanmıştı. Lisana önem veriliyordu.
Paylaş