Paylaş
8 MART günü Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği Mesrob Mutafyan’ın vefat ettiği ilan edildi. Benim bildiğim kadarıyla Türkiye Ermenilerinin tarihi içinde uzun Sultan Hamid devrinde kalabalık Ermeni toplumuna ruhani reislik yapan Patrik Ormanyan’dan sonra Mutafyan akademik yönden ilginç bir kişilikti. Patrik Ormanyan Ermeni Katolik bir aile içinde doğmasına ve Ermeni Katolik kisveti giymesine rağmen Papa II. Pius’un “infallibilite” yani Papa’nın yanılmazlık doktrinine itiraz ederek kiliseden ayrılanlardandı. Batı dünyası ve kültürüyle çok yakın ilişkisi vardı. Aydın ve bilgili genç rahip ananevi Ermeni Kilisesi’ne geçti ve kısa zamanda patrikliğe yükseldi. Osmanlı İmparatorluğu’nun selameti için devletle ilişkilerde klasik yolu takip etmiştir.
LAİKLİĞE SAYGILIYDI
Geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılan Mesrob Mutafyan, 1956 yılında İstanbul’da doğdu; varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Geleneksel olarak semtindeki Ermeni okulunu, ardından hemen British High School denen Nişantaşı’ndaki İngiliz Erkek Lisesi’ni bitirdi. Almanya’da ve ABD’de tahsiline devam etti. İngilizcesinin mükemmel olduğunu, Almancasının da iyi olduğunu biliyorum. Hatta bir ara Boğaziçi’nde bile okumuş olduğunu zannediyorum. Sosyoloji ve felsefedeki lisansından sonra galiba o yıllarda rahip olmaya karar verdi. Hayata bağlı bir gencin bu dönüşümü ilginçtir. Mutafyan veya ruhani kisvetiyle Mesrob Srpazan, Türkiye’nin laiklik ilkelerine her zaman saygı duymayı bilen Ermeni Ortodoks ruhani lideriydi.
İBRANCA DA BİLİYORDU
Ömrünün 21. yılında rahip olarak takdis edildi. Kudüs Üniversitesi’nde Kitab-ı Mukaddes arkeolojisi ve teoloji gibi dallarda derinleşti. İbranca da biliyordu. Hatta bazı hususi notlarını İbran harfleriyle eski Ermenice veya aksine Ermeni harfleriyle İbranca tuttuğu söylenirdi ki böyle bir deneyimi bana gösterdi. Cemaati vaazlarını çok tutardı. Batı Ermenicesi denen lehçeyi çok güzel bir şekilde kullandığı ve bunu anadili Ermenice olanlardan çok yabancıların takdir edeceği açıktı; konuşması ve tınısı güzeldi.
Batılıların “scholar bishop” dediği bilgin ruhanilerdendi. Patrikliği aşağı yukarı bir yıllık bir süre içinde kesinleşti. Hatta bir ara siyasi bir münakaşa konusu oldu. Oysaki gerçekçi ve Türkiye’nin varlığının Türkiye Ermenilerinin varlığı için önemli olduğunu anlayan bir aydındı.
HASTALIK YAKALADI
10 sene evvel gelen hastalığının bu ruhaniyi erken çağda yakalayarak hafıza kaybına götürmesi ve fiilen cemiyet hayatının dışına itelemesi hem Ermeni toplumu hem de bütün Türkiye için bir kayıptı. Meseleleri mantık süzgecinden geçiren, dünyayı bilen, realist yaklaşımla mütalaaya alan bir patrikti. Sanırım bu özellikleriyle herkes tarafından sık sık hatırlanacaktır.
MEMLEKETİN KAZANCI
Böyle renkli ve aydın kişiliklerin Lozan cemaatlerinin başına gelmesi memleket için bir kazançtır. Gerilimi değil uzlaşmayı, birlikte var olmayı sağlayacak önderlerdendi. Patrik her şeyden önce hem Batı dillerini hem ana kültürünü hem Türkçeyi iyi bilen bir tarihçi ve sosyal bilimciydi. Her cemaatin içinde böyle din adamlarının ve din görevlilerinin artması olumlu sonuçlar yaratır.
ÇANAKKALE ZAFERİ
18 Mart 1915’in 104. yılı. Çanakkale’ye ilk saldırı 1914’ün sonlarında oldu ama Gelibolu Yarımadası değil Çanakkale hedeflenmişti. Saldıranların ciddi bir hazırlığı olmadığı açıktı. Savunma da henüz bu büyük savaş için tamamlanmış değildi. 1915’te ise Müttefiklerin Gelibolu Yarımadası’nı, Boğaz’ın batı yakasını hedeflediği açıktır. Donanma Birinci Lordu (Bahriye Nazırı) Churchill’in gösterdiği hedef ve savaş kabinesine tasdik ettirdiği politika Boğazlar’dan geçerek başkenti bombalamak ve ele geçirmekti. Bu plandan o kadar emindi ki tamamen Boğazlar vaadiyle yanına aldığı Rusya’yı bir müddet sonra bir kenara itelemek zorunda olduğunu Rusya Dışişleri Bakanı Sazonov’un diplomasisi ve Rus Dışişleri sezdi, arada müthiş bir gerilim ve Rusya’nın harpten çekilme tehdidi söz konusu oldu.
MÜTHİŞ DONANMA
Churchill daha sonra Sazonov’u ikna etti. Çanakkale önlerine gelen donanmanın gücü, dönemi için müthişti. Queen Elizabeth gibi büyük bir yüzen kale Britanya donanmasının diğer gemileri ve Fransızlar tarafından destekleniyordu.
18 Mart günü Kraliyet Donanması’na bağlı Queen Elizabeth, Lord Nelson, Inflexible ve Agamemnon ön safta yer aldılar. Britanyalıların Gelibolu’yu topa tutmalarının ardından hedefin tahrip edildiğine inanıldı ki Fransız gemileri Suffren, Bouvet, Charlemagne ve Gaulois ilerlediler. İşte o zaman Gelibolu savunmasının sanıldığı gibi tükenmediği görüldü. Daha ilk imtihanda Müttefik Filo, Ocean, Irresistible ve Bouvet gibi mühim gemilerini yitirirmiş, Inflexible, Gaulois, Suffren ve Agamemnon ağır yara alarak muharebe edemez hale gelmişti.
NUSRAT’IN ROLÜ
Çanakkale’nin geçilmezliği Britanya yetkilileri tarafından ifade edildi. Hiç şüphesiz ki Türk bahriyesinin düşman gemilerini, İtilaf Devletleri’nin temizlediklerini sandıkları mayınlarla batırması büyük rol oynamıştır. Nusrat, donanmanın bu harpteki ilk başarılı savunmasını teşkil eder. Nusrat’ın komutanının Alman üsteğmen olduğu ise hem Almanların hem İtilaf Devletleri’nin hoşuna gidecek bir efsanedir.
Şüphesiz ki Çanakkale savunmasının bu zaferini bütünüyle donanmanın mayın döşemesine bağlayamayız. Asıl vurucu darbe Gelibolu Yarımadası’nın savunmasından oldu ve artık Boğaz’ı denizden geçmenin mümkün olmadığı anlaşıldı. İstanbul o tarihte sanıldığı kadar kolayca ellerine geçseydi savaş büyük ölçüde erken bitebilirdi. Britanya İmparatorluğu’nun daha dört yıl Ortadoğu’da Türk ordularıyla çarpışmasına bir gerek kalmazdı. Çanakkale savunması bu kara kaderi ortadan kaldırdı.
YORGUN GALİP
Gelibolu’nun üstüne bir de Kût’ül-Amâre Zaferi, Britanya orduları fakat bilhassa İngiliz kamuoyu için çok çarpıcı oldu. Birinci Cihan Harbi donanma savaşı sayılmıyor. İngiltere’nin üstünlüğü devam etti fakat Gelibolu’daki yenilgi Britanya donanması için iyi bir sınav değildi. İngiltere dört sene sonra elbette ki Boğazlar’ı geçerek İstanbul önünde demirledi, lakin bu artık yorgun ve erimiş bir savaş galibiydi. Örgütlenen ve kendini toparlayabilen yeni Türkiye karşısında bu ülkede tutunma şansları hiç kalmamıştı.
Winston Churchill’in siyasi hayatındaki başarısızlık Çanakkale Zaferi’dir. Bu aynı zamanda Mondros’taki şiddet ve acımasızlığının da nedeni oldu ama Türkiye’nin yeni bir döneme Mondros’un sonunda gireceği çok açıktır. Bu bir aydınlık, yeni dönem olacaktır.
TAVSİYE
BİRİNCİ Cihan Harbi’ne Türkiye hayallerle girmedi, girmek zorunda kaldı. Birbirinden uzak cephelerde süren savaşımız ağır insan kaybına sebep oldu. Osmanlı İmparatorluğu 1914’te Almanya’nın müttefiki olarak Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde, Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı)
ve Sadrazam olan Said Halim Paşa’nın uzun yıllar sonra Türkçeye çevrilen hatıratında (“Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı”) Türkiye’nin Cihan Harbi’ne giriş koşulları açıkça tartışılıyor.
Paylaş