Paylaş
AMERİKAN demokrasisi dünyadaki tek ve gerçek federalizmdir. Sistemin faziletleri ve mahzurlu yönleri birbirini dengeler. Böyle ilginç bir devlet ve toplum sisteminin seçimleri de kendine göredir.
8 Kasım günü yapılan seçimler aslında iki derecelidir. İkinci seçmenler her eyalet için bir Seçiciler Kurulu’nu oluşturur ve onların verdiği oy aslında artık bir ananeyi temsil etmesine rağmen pekâlâ hukuk kurallarıyla dalavere yapabilecek bir toplumda problemli bir seçim yaratabilir. Ama yaratmıyor. Nihai tasdik ve karar, ocak ayının ikinci yarısında oluyor. O gün ya mevcut başkan ikinci dönemine devam ediyor veya yeni gelene görevi devrediyor.
SİYASETTE SEÇENEĞİ SEVMİYORLAR
1792’den beri dört yılda bir kasım başlarında yapılan seçimler Amerikan demokrasisinin usul yönünden yüzünü kara çıkartmadı. Bu seferki seçimde de iki aday başı çekiyordu. Aslında aday sayısı iki değil; ama iki adayın dışında bir üçüncünün yaşama ve seçim kampanyası yapma şansı bile yoktur. Amerikalılar sade bir millet; siyasette çok seçenek üzerinde düşünmeyi pek sevmiyorlar, bütün siyasal ve idari mekanizma da buna uyuyor.
Hillary Clinton, Birleşik Devletler’in başarılı ve sevilen başkanın karısı, Devlet Sekreteri yani Dışişleri Bakanı’ydı. Sistemi yani Amerikan devletinin ve toplumunun oturmuş açıklık yanlısı halini ama aslında tutuculuğunu temsil ediyor; bu yüzden yetersiz kaldı. Oysa Amerika’nın sancıları var, ne eski sistem ne de 1960’ların liberal söylemi fakirlik ve güvensizlik sınırındaki insanları tatmin etmiyor.
Trump ise tam manasıyla bir türedi; memnuniyetsiz Amerikan toplumu kendisine sert ve grotesk (muthik, gülünç) çizgilerle hitap eden bir aday ortaya çıkardı. Trump Cumhuriyetçiler için bile beklenmeyen bir adaydı ama bu beklenmeyen adayı partinin aristokratları da kabul etmek durumunda kaldı.
KU KLUX KLAN’I İZOLE BİR ADA SANMAYIN
Türkiye’de özellikle ABD’yi tanıdığını zanneden zümreler; o ülkenin değişmez, üstün değerleri olduğuna inanırlar. Sanki Ku Klux Klan veya Güney eyaletlerinin vahşi demokratları, liberal, azıcık solcu Demokrat Parti’nin içinde izole bir adadır. Ve sanki Cumhuriyetçiler, efendi muhafazakârlardır.
Trump gibi adamlar o partiye sadece oy verirdi. Oysa Amerikalılar da yeryüzündeki bütün toplumlar gibi değişiyor ve değişimleri her zaman beklenen ve tahmin edilen yönde değil. Amerikan toplumunun yüzde 15’i asgari geçim şartlarının altında sürünüyor. 30 milyonun üstünde evsiz var, bu kitlenin en büyük özelliği Batı demokrasilerinin çok övündüğü seyahat hürriyetinden, parasızlık yüzünden zorunlu olarak mahrum yaşamaları. Endüstriyel bir cemiyet için utanılacak sayıda okuma-yazma bilmeyen var. Örtülü ırk çatışması yeniden ısındı ve yükseliyor. New York şehrinin düzelmesi, beyaz mahallelerinin gelişmesi ve genişlemesi fukara zenci ve Porto Rikolu yerleşmelerin aleyhinde oluyor.
Pentagon sistemi, Ortadoğu müdahaleleri sırasında İkinci Cihan Savaşı’nın Pasifik, Güney İtalya ve Normandiya’daki savaşçı kaplanlarını çıkaramadı. “Kuvvetli olanın diplomasisi de iyidir” diyoruz. Herhangi bir tarihçiye sorun bakalım; Amerikan dışişleri, Metternich Avusturyası’nın, Talleyrand Fransası’nın ve Büyük Britanya İmparatorluğu’nun diplomatları ölçüsünde başarılı olabiliyor mu? Tabii şartlar değişik ama kuvvetli olan değişik şartların üstünde oynamayı bilir.
AMERİKALI ARTIK KENDİNDEN EMİN DEĞİL
Amerika’nın sokaktaki adamı veya küçük adamı bizim gençliğimizdeki kadar güvenli, kendini beğenmiş üsluba sahip değil; Bill Clinton döneminde geçici olarak biraz yüzleri güldü, zaten Hillary Clinton’ın şanssızlığı da kocasının başarısı yanında sönük kalması. Amerikalılar artık kendinden emin bir toplum gibi görünmüyor.
Lakin bir gerçeğin de üstünde durmalı: Amerikan iktidar koltuğu aynı. Bu insanı çok yükselten bir taht fakat sağında solunda çiviler var. O çiviler fazla serbest hareket edene batar. Trump da kaba söylemini ve vaatlerini kendisinden evvelkiler gibi, şartların zorlaması karşısında değiştirecek.
DIŞİŞLERİ KADROLARINI DEĞİŞTİRMEMEMİZ LAZIM
Sanmayalım ki Putin ve Trump çok uzun zaman, her yerde ortak iş görecekler. Yani bize onların birbirleriyle nerede uyuşacaklarını ve nerede itişeceklerini anlayan dışişleri lazım. Daha ilk safhada dışişlerinin artık yaşlanmaya başlayan uzmanlarını dinlemek, bunların zıt görüşlülerinin buluştukları noktayı tespit etmek ve şiddetle hariciyenin altüst edilen uzman kadrolarını aklı başında kimselerle doldurmak gerekir. Yetmedi, akademik kurumlardan iş hayatına kadar dünyayı tanıyan çevrelerle istişarede bulunmalıdır. Âlemin gidişi iki kutupluluğa değil; eskiye göre zayıflamış ama daha saldırgan devletlerden oluşan, çok kutuplu bir sistem ortaya çıkardı. İpin üstünde yürümek zorlaştı.
Amerikan seçiminin sonuçları çok şaşırtıcı olabilir veya bazılarının gönlüne göre de olabilir. Şaşıranların paniğe kapılmasına lüzum yok ama Trump’un seçimiyle kendileri için bir kurtuluş ve müttefik görenlere ise sadece şaşmak gerekir. Böylelerini yakın zamanlarda boş bardaktan su içmeye çabalarken görebiliriz.
46 YIL ÖNCEKİ ESAD DARBESİ
Hafız Esad önce gizli polisi (Muhaberat) kuvvetlendirdi, ardından ailesi başta olmak üzere kendine sadık insanları tespit etmekteki yeteneğiyle geniş bir kapıkulu zümresi yarattı.
13 Kasım 1970 gecesi, darbeler ülkesi Suriye’de alışılmış biçimde bir darbe daha yapıldı. Cuntanın içinde ikinci veya üçüncü durumda olan ama ordunun ve istihbaratın kilit noktalarını kontrol edebilen, diğer arkadaşlarının hoşnutsuzluğunu, sukut-u hayalini kullanarak onları ikna edebilen birisi şefi devirdi. Devrilen şef 1966-1970 yılları arasında Genelkurmay Başkanı ve Suriye’nin diktatörü olan Salah Jadid’di. Hafız Esad ise onun hava kuvvetleri komutanıydı. Uçaklarını uçurup işini becerdikten sonra önceki darbecilere göre iki özelliği ortaya belirgin olarak ortaya çıktı; gizli polisi (Muhaberat) kuvvetlendirdi ki, bu sayede Suriye pasaportsuz girip çıkılan bir yer olmaktan kurtuldu. İkincisi, ailesi başta olmak üzere kendine sadık insanları tespit etmekteki yeteneğiyle geniş bir kapıkulu zümresi yarattı.
VEFALILARI SEVERDİ AMA KENDİSİ VEFASIZDI
Nusayri mezhebi üyesidir, kendi grubunun yanında gayrimüslim grupları da destekleyip kazanmakta tereddüt etmedi. Vefalılara önem verirdi ama kendisi kuşkusuz öyle değildi. Sünni grupların başına güvendiği bir dini lider tayin etti ve Suriye bürokratlarının kendilerine göre ‘laik’ diye tanımladıkları bir idareyi kurdu. Daha önceleri Suriye ve Mısır’ın ayrılmasına muhalefet ederken kendi döneminde bu iddiasından vazgeçti. Hafız Esad kadar Arap devletleri arasında sık sık yer değiştiren ama bu manevraları ustaca götüren bir lidere rastlanamaz. Esad’ın devamlı soğukluk içinde olduğu Arap devleti ise Baas Partisi’nin ikinci kanadının yönettiği Irak’tı.
HAZIRLIKSIZ BEŞAR ACIMASIZ DİKTATÖRE DÖNÜŞTÜ
Suriye’nin bir dönem Batı kültürünü ve kent hayatını kendi tatlı yönleriyle devam ettirdiğini söylemek gerekir ama bence Batı cemiyetine eşit nitelikte aydınların bulunduğu ülkede haklar ve fikir hürriyetleri söz konusu değildi. Sert bir polis devletiydi, kanuna riayetten vazgeçtik, Arap monarşilerindeki ananelere bağlılık bile burada görülemiyordu.
Haziran 2000’den beri halefi Beşar’ın ülkeyi getirdiği durum açık. İktidara daha önceden hazırlanamayan, yakın çevresinin tesirinde kalan Beşar, acımasız bir diktatöre ve düşmana dönüştü. “Suriye tarihte olmayan bir ünitedir” deniyor; belli ki ülke parçalanacak. Esad da ortaya çıkan Suriye’nin en verimli yanını elde tutmaya çalışıyor. Trump ABD’si ve Putin Rusyası bu politikalara ne kadar müsaade edecekler veya destekleyecekler; şimdiden bir şey söylemek için erken lakin bizim dış politikamız açısından zor bir dönem başladı.
Paylaş