Şah'tan Putin'e Türk operası

Senelerdir operalar için yeni yatırımlar yapılmadığı gibi yetişen gençleri kadroya alma imtihanları da açılmıyor. Mazeret Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gülünç bütçesidir. Sadece binde 2! (yüzde 2 değil).

Haberin Devamı

Her şeye rağmen fakir Cumhuriyet’in bozkırda o zamanki Ankara Halkevi’nde (bugün Devlet Resim ve Heykel Müzesi) İran Şahı’nın ziyareti sırasında, büyük Atatürk’ün emriyle, 19 Haziran 1934’te İran ve Turan üzerine yazılmış bir libretto ile “Özsoy Operası” Adnan Saygun tarafından bestelendi ve sahnelendi. Kadroda Semiha (Berksoy), Nimet Vahit, Nurullah Şevket (Taşkıran) vardı.

Şahtan Putine Türk operası

Bu tek perdelik operayı birlikte seyreden İran Şahı Rıza Pehlevi dönüşte İran’da operayı kurma çabasına girişti. O olay Türkiye’de devlet operacılığının hatta daimi opera kurumunun başlangıcı olmuştur. Yoksa İstanbul operetleri ara sıra gelen yabancılar aracılığıyla bir nebze tanınıyordu. Carl Ebert’in çabalarını devamlı denetleyen ve destekleyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün opera binasında bu temsilleri göremediği açık.

Haberin Devamı

OLUMLU GELİŞMELER

Dünya sahneleri temsiller için geçici veya uzun kontratlarla istihdam edilen Türk opera sanatçılarıyla dolu. Bazıları tanınıyor ve tutuluyor. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Mehmed Karahan da bunların başında geliyor. Kendisine Verona’daki opera şenlikleri sırasında sokaktaki halkın, seyircinin nasıl tezahüratta bulunduğunu herkes gibi ben de gördüm. Belki mutlaka yeterli destek yok ama yeni nesiller bu sanatı benimsiyor ve üstün yetenekliler... 1934 Haziranı’ndaki Ankara’daki “Özsoy Operası” denemesinden sonra geçen hafta Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu’nda Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin sergilediği “Troya Operası” Moskovalıların hayranlığını kazandı. Orada değildim ama bana telefonla birçok dostum haber verdi. Sıradan bir protokol desteği değil galiba devler reisleri bulunmamış ama Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ve Rusya Kültür Bakanı Vladimir Medinskiy operayı izlemişler. Semiha Berksoy’un, Nurullah Şevket’in ardından 85 yıl sonra Türk operası, opera sanatının zor izleyicisinin karşısında başarılı bir temsil veriyor. Bunlar olumlu gelişmeler.

Haberin Devamı

Bütün sorun şu: Şayet Kültür Bakanlığı bu dalı güçlendirmekte sıkıntı çekiyorsa bütçeyi arttırmalı hatta tiyatro ve operayı ayrı bir birim olarak teşkilatlandırmalı. Gerek konservatuvar mezunları gerekse dışarıda yetişen sanatçı adaylarını yetkili kurumların temsilcilerinden oluşan jürilerle bu sanatın kadrolarının içine almalı.

İYİ BİR DOĞUŞ

Opera ve tiyatro Cumhuriyet Türkiyesi’nde iyi bir doğuş gösterdi. Maalesef çocuğun büyümesi geciktirildi ama bu çocuk yine sağlıklı şekilde büyüyor, artık beklediği sadece bütün akrabaların, bütün sülalenin desteğine bağlı. Kastettiğimiz millet ve çocuk da Türk operası ve orkestraları...

KÖPEK KATLİAMI

ANKARA’da Batıkent memur ağırlıklı bir semttir. Dolayısıyla imar düzenine çevrenin tahribine karşı çok uyanıktırlar ama Batıkent ilçesinde çok sayıda köpeğin meçhul kimseler tarafından zehirlenerek öldürülmesi gibi bir canavarlık önlenemedi. Şimdi de failler yakalandı deniyor. İşin ilginç tarafı bizzat Tarım ve Orman Bakanı Sayın Bekir Pakdemirli, yeni seçilen belediye başkanımız Mansur Yavaş gerekli tedbirin alınacağını ve araştırmanın yapılacağını belirtiyor. Doğrusu Mansur Beyi işbaşında görmek bu gibi usulsüzlüklere karşı bir güvence. Göreceğiz Ankara ne yapıyor.

Haberin Devamı

AĞAÇ KATLİAMI

TÜRKİYE artık kuş uçmaz kervan geçmez denen bölge ve şehirlerden oluşmuyor. Benim çocukluğumda ve ilk gençliğimde kimselerin uğramadığı, bir memurun ve subayın kulaktan kulağa naklettiği cennetler artık ayağımızın altında. Tabii bu nimetin canına okuyanlar da birlikte türedi. Akbük Koyu Muğla vilayetimizde Gökova Körfezi’nin cennet yerleşimlerinden. Menteşe Belediye Başkanı Bahattin Gümüş’ün şikâyet ettiği gibi koyun bir tarafındaki menengiç ağaçlarını ismi meçhul bir çete muhtemelen orada geniş bir plaj yapmak isteyen birilerinin örgütlemesiyle bir katliama uğrattılar. İnsanlar artık çevreye karşı uyanık ama bu istediğini yapmak için her yola başvuran insanları sindirmiyor, aksine daha arsızca, icabında merkezi devlet otoritesini de arkalarına alarak istediklerini yapıyorlar. Tek çare yine yerel halkın değil herkesin bu gibi yolsuzluklara ve tabiat cinayetlerine direnmesi.

Haberin Devamı

Şahtan Putine Türk operası

KAVAFYAN KONAĞI

İSTANBUL konakları çok kişinin zannettiğinin aksine yüzlerce senelik hayatı olan yapılar değildir. Mesela Üçüncü Murad devrinde, 16. asırda İstanbul’a gelen Salomon Schweigger Türk paşalarının hiç de kayda değmez binalarda oturduğunu (hatta bunların çoğuna ahır gibi diyor), bunun akla yakın olduğunu çünkü devamlı savaşan bu adamların bir muharebede yenililerse peşinde bırakıp kaçacağı bir servetinin olmadığının anlaşılması gerektiğini söyler.

GÖRÜŞÜ KENDİNE

İlave olarak “Bizdeki burjuva evlerinin pahalı inşaatıyla mukayese edilemeyecek ucuzluktadır” der. “Buna karşılık bütün inancı bozuk(!) adamlar gibi Allah’ı kandırmak için dini eserlere çok para sarf ettiklerini” ve bunların muhteşem olduğunu belirtir. Adamın görüşü kendine.

Haberin Devamı

İstanbul’un en eski yalısı Amcazade Köprülü Hüseyin Paşa Yalısı’nın 1699 tarihinde yapıldığı söyleniyor, maalesef çökme halinde ve bu muhteşem eseri kurtaracak hükümet yetkilileri sayıları 100’e yaklaşan murislerle boğuşuyor. Böyle muris kalabalığıyla uğraşmak da herkesin harcı değil, kanun değişikliğine başvurulması lazım. Bildiğimiz en eski konak şüphesiz şimdi İslam Eserleri Müzesi olan Kanuni’nin sadrazamı “Makbul” yahut “Maktul” İbrahim Paşa’nın Sultanahmet’teki taş konağıdır. İdam edildikten sonra mehterani olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Maalesef binanın arka tarafta Binbirdirek Meydanı’na bakan kesimini yıkıp yerine Adliye Sarayı yaptık. Bunun tashihi gerekir.

BOĞAZ’IN EN ÖNEMLİSİ

Boğaz köşkleri içindeki en önemli eser İstanbul Bebek’teki 1751 tarihli Kavafyan Konağı’dır. 18. yüzyıldan günümüze gelmeyi başarmış en eski ve tek konaktır. Konağın en önemli iç mimari özelliklerinden biri manzara tasvirli duvar resimleridir. Konağı yaptıranın menşei tartışmalıdır. Ama her halükârda Sultan I. Mahmud döneminden itibaren Kavafyan ailesinin elinde olduğu ve bugüne kadar korunduğu açık ve aileye bu yüzden bir şükran plaketi de verilmiş. Halihazırda Amcazade Yalısı kadar feci durumda değil ama eli kulağındadır. Boğaziçi’nin bu en eski konağının mimari özellikleri üzerinde mimar Serhat Şahin’in hazırladığı rapor ve ilgili kurumlara verdiği dilekçeler ama asıl önemlisi ODTÜ Mimarlık Fakültesi dergisindeki Hidayet Arslan’a ait makaleye bakmak gerekir. Bu etraflı araştırma binanın yapı değerini de nakletmektedir. Boğaziçi medeniyetinin bu güzel örneğini korumak için resmi kurumların hızla harekete geçmesi gerekir.

Yazarın Tüm Yazıları