Paylaş
TANZİMAT-I Hayriye ilan edilmişti. Memleketin seviyeli ve kanunları yorumlayan, vergileri usulüne göre koyup toplayan idarecilere, maliye memurlarına, asıl önemlisi büyük devletlerden olan Osmanlı Devleti’nin Avrupa uyumuna (Concert of Europe) dahil olan Dışişleri’ni besleyecek diplomatlara ihtiyacı aniden ortaya çıkmıştı. 1859’da (bizim araştırma tespitimize göre 1858) Sultan Abdülmecid’in kurduğu okul, II. Abdülhamid devrinde yüksekokul seviyesine çıktı. Mülkiyeli iki padişahın(!) hem imparatorluğun son yarım asrını hem de Cumhuriyet’i besleyen kadroları çıkaran bu kurumu meydana getirmesi bir önemli adımdır. Benzer kurumlar başka ülkelerde de vardır. Fransa’nın büyük okullar denen Siyasi İlimler Okulu ve Ecole Normale Superieure’u bilinen örnektir. Bu elit okullar aristokrasinin değil akıllı gençlerin seçkinleri oluşturduğu eğitim kurumlarıdır.
1943’TEN BERİ
Sovyet Rusya İkinci Dünya Savaşı’nın yeni müttefikleriyle oluşmaya başlayan dünya sistemi içinde ancak dünyaya açık ehil diplomat kadroları yetiştirmekle bu süreci götürebilirdi. Stalin dışişleri örgütünde Çar zamanından kalan memurları dahi kullanmıştır. Hatta Vyaçeslav Molotov’dan önceki dışişleri halk komiserleri Georgiy Çiçerin ve Maksim Litvinov bu eski ekolden çıkma tiplerdi. MGIMO (Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü-State Institute of International Relations) 1943’ten beri Rusya’yı ve Sovyetler Birliği’nin diğer ülkelerini idare edecek insanları yetiştirdi. İlham Aliyev MGIMO’ludur. 1948 mezunu Vladimir Vinogradov Rusya Bilimler Akademisi üyesidir. Daha lüks denecek sınıfları, zengin kütüphanesi, diplomasi, ekonomi ve işletme bölümleriyle MGIMO insanı yeniden talebeliğe özendiren bir dünya müessesesi. Burada Türk öğrenciler de okuyor. Bizim Dışişleri’ne uzanmalarına fırsat kalmadan hepsi uluslararası şirketlerde veya eğitim kurumlarında görev alıyorlar.
YENİDEN YAPILANDI
Bu hafta salı günü büyükelçi Andrey Karlov’un anısına tertiplenen bir seminer ve tören için oradaydık. Büyük devletlerin kadrolarının nerelerden yetiştiği ve yetişmesi gerektiği anlaşılıyor. Türkiye’de Tanzimat’ın padişahı ve devlet adamları bunu Mülkiye’yi kurmakla geçekleştirmişlerdi. Stalin de bu ihtiyacı hissetmiş ki İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında MGIMO’yu kurmuştu. Bugün bir ihtiyaç olarak yeniden yapılandırıldı. Öğrencinin yetişmesinden, davranmasından seçkinlere dahil oldukları belli.
MAHZUN MÜLKİYEM
Rusya’nın Harvard’ı denen MGIMO’ya baktıkça benim mahzun Mülkiyemi (SBF) hatırlamadan edemiyorum. MGIMO’ya göz gezdirdikçe rahatlıkla görüyoruz ki, onların aksine biz önce talebe sayısını lüzumsuzca arttırdık. Anlayamadığım mekanizmalarla öğrencinin kompozisyonu değişti ve okulun reformundan söz ettiğim zaman, karşımda kütüphaneye ve talebelere alınan yeni bilgisayarlardan bahseden bir zihniyetle karşılaştım. Mülkiye’nin dışarıdaki başarı oranından söz etiğimde “Rakipler çıkıyor, normaldir” dediler. Ama çıkan rakiplerin eski Mülkiye’nin yerini dolduracak kurumlar olmadığı da açıktı. Bu başarıyı MGIMO ise 1944’ten beri gösteriyor. Dış dünyaya ve ülkesinin şartlarına intibak ediyor, önde gidiyor. Rus dilini ve eğitimini sadece üçüncü dünya ülkelerine değil, öbür ülkeden gelenlere de kabul ettiriyor. Türkiye’den giden öğrenciler iyi eğitim gördükleri liselerden ve yüksekokullardan geliyorlar.
ANANEYİ KORUDULAR
Acaba eski Mülkiye Mektebi’ni, yeni Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni böyle bir modele göre yeniden kurmak mümkün mü olabilir mi diye düşündüm. Aklın yolu bir; Türkiye’nin Mülkiye Mektebi ile Sovyetler Birliği’nin MGIMO’su ve bizim zamanımızın Siyasal Bilgileri’yle bugünkü MGIMO arasında paralellikler göze çarpıyor. Onlar ananeyi korumuşlar. Paranın değil yeteneğin getirdiği seçkinliğe önem vermişler ve büyük bir memleketin ihtiyacını karşılayıp dış dünyaya da eğitim hizmeti verebiliyorlar. Biz ise vasatlığın zaferine boyun eğdik. Üzücü ama asla hayal etmeyi önleyemeyecek kadar kışkırtıcı bir manzara.
EN ÇOK YERİNİ BULAN ÖDÜL
PERŞEMBE günü Vehbi Koç Vakfı’nın beklenen toplantısında sürpriz bir açıklama oldu. Âdet üzere her yılki ödülün kime verildiği o an ilan ediliyor. Yılmaz Büyükerşen bu memlekette eğitim ödülünü hak eden her zamanın delikanlısıdır. Onu belediye reisliği ile tanıyoruz. Öbür cephesinin üzerinde pek durmadık.
BİR EFSANE VARDI
Ben Atatürk Lisesi’nde Kenan Işık’la tiyatro kolu başkanıyken devlet tiyatrosu sanatçıları ve hatta rejisörlerle çalışır, sohbet tertiplerdik. Bir efsane vardı: Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen ve arkadaşları tiyatro yapıyorlar. Hatta bu gençler dekor masraflarını karşılamak için kan satmışlar diye bir söylenti dolaşırdı. Sonra Büyükerşen ismini 1980’den sonra bir daha duydum. Anadolu Üniversitesi’nin rektörüydü. Konya’dan sıkıyönetim kararıyla il dışına çıkarılan üniversiteli asistan ve öğretim üyelerini Anadolu Üniversitesi’ne almıştı. Medeni cesaret örneğiydi. Aldığı hocalar bu üniversitenin önemli hocaları olarak hayata devam ediyorlar. Sonra açık öğretimi yaygınlaştıran ve yerleştiren rektör olarak ismi duyuldu.
YENİ ESKİŞEHİR
Eskişehir Anadolu Üniversitesi bizim taşra üniversitesi dediğimiz takımın içinde en çok isim yapan, başarı gösteren, çevresine uyum sağlayan, yurtdışıyla da ilişki kuran bir kurum oldu. Derken uluslararası platformda bizim açık öğretimin ismi duyuldu. Buna Anadolu Üniversitesi çerçevesinde geliştiren, yayan rektör profesör Büyükerşen’dir. Onun rektörlüğünde Eskişehir akademik müziğe ve tiyatroya kavuşmaya başladı. Rektörlük bittikten sonra eğitim alanı bizzat Eskişehir oldu. Şehir heykellerle donandı, parklarla hava aldı. Toplantı salonları, 7 tane konser salonu ve tiyatro salonu şehre hayat verdi. Eskişehir gençliği kahvehane veya kafelerde vakit geçirmiyor çünkü üniversitenin kütüphanesi dışında tiyatro ve müzikle dolu bir hayat var.
BUNALAN GELİYOR
Hatta İstanbul ve Ankara’daki tatsızlıktan bunalanlar Eskişehir gezileri tertipliyorlar. Kalfa yapıları ile dolu gri yüzlü bir Eskişehir devraldı. Ortada akan kirli Porsuk’un temizlenmesinden şehrin binalarının düzenlenmesine kadar modern bir kent ortaya çıktı. Nutkunda belirttiği gibi “Şehir dediğiniz en büyük eğitim alanıdır”. Her zaman genç ve diri belediye başkanımıza verilen bu ödül en çok yerini bulandır. Ona uzun ömürler diliyoruz.
Paylaş