Paylaş
1881 İstanbul doğumludur. Köken itibarıyla Rumeli’de Gagavuz Türklerinden bir aileden geliyor, annesi de Kırım Türk’ü. Besbelli bu ailede her şeyden önce Türklük konuşulmuş. Fakat Enver Paşa’nın ileriki hayatında İslamcılık (Panislamiz) önde gidiyor; bu Talat Paşa’dan farklı yönü. Bilhassa Murat Bardakçı’nın “Enver” kitabını ele almalı. Enver Paşa’nın hayatı ve devri için okunacak önemli bir kitap da Şevket Süreyya Aydemir’in “Enver Paşa” adlı dev eseridir. Üç cildi keyifle okursunuz; hem Enver Paşa’nın hayatı hem de bütün 19 ve 20. yüzyıl dönemecindeki Osmanlı daha iyi anlaşılır, hissedilir.
Enver Paşa alışılmış bir kariyer takip etti. Ortaokuldan itibaren askeri mektebe müracaat etti. Adeta Mustafa Kemal’in sivil ilkokulu bırakıp askeri rüştiyeye adım atması gibi. Birinci değil ama dereceli olarak İstanbul’daki Harbiye’yi, ardından iki yıllık Harp Okulu’nu bitirdi, 21 yaşında.
Makedonya çetelerini takipte başarılı olduğu görülüyor; uyanık bir subaydı. Dört yabancı dili bildiği bilinir. Adeta mahkeme ressamları gibi, gördüğü simayı bir anda resmedecek kadar bilgili ve becerikli bir portre ressamıydı. Bu, Osmanlı kurmaylarında görülen özelliklerdendi.
KENDİSİNE HAYRAN BIRAKTI
Enver Bey cesurdu ve dağa çıkmakta tereddüt etmedi. Makedonya’daki ordunun ayaklanması, Sultan Hamid’i Meclis-i Mebusan seçimleri için, sansürü kaldırma ve meclisin açılması için zorladı. Bir sene içinde padişahın tahttan indirilmesiyle Enver Bey öne çıktı. Ardından Berlin’e ateşemiliter olarak gönderildi. Hem Berlin’deki askerleri ve bizzat imparatoru hayran bıraktı, büyüledi hem de kendisi Almanya’dan büyülendi; bu önemli bir özellik. Alman kuvve-i askeriyesinin yenilmezliğine inanıyordu ve o zamanlar Batı Avrupa için en iyisi olan Almanya’nın pek de haksız olmayarak sosyal düzeninin hayranıydı. Bütün bunlar Almanya’nın Birinci Cihan Harbi’ni kazanması için bir garanti teşkil etmiyor ama Enver Paşa kendi dinamizm ve bilgisine uygun bir kuvvet bulmuştu. Almanya’ya bağlılığı yüksekti; Padişah’a göstermediği saygıyı Kayzer Wilhelm’e gösterirdi.
EDİRNE FATİHİ
Balkanlar’daki çete savaşlarında gösterdiği başarıya binaen artan rütbesiyle Trablusgarp’a gitti. Doğrusu Sunusileri, Libya’nın savaşçı ve dindar halkını örgütlemekte çok başarılı oldu; ikna kabiliyeti yüksekti. O zamanki Trablusgarp-Bingazi (Libya) halkı da iyi savaşçılardı. İtalya durduruldu. Balkan Harbi’nden Balkanlar’da çıkan isyana katılmak üzere geri döndü. Vaziyet vahimdi; Türkiye sıkıştırılmıştı. Balkan Savaşı’nın sonuçları malum; taht şehri Edirne bile elden çıkmıştı. Fakat İkinci Balkan Savaşı’ndaki boşluktan dolayı Bulgaristan’ın Edirne bölgesindeki müdafaasının gevşekliğini tahmin etti ve ani bir hücumla istirdat etti; yani bölgeyi geri aldı. “Hürriyet Kahramanı Enver Bey” şimdi artık “Edirne Fatihi” de olmuştu. Rütbesi Albay, aynı yıl içerisinde, birkaç ay sonra Tuğgeneral (mirliva) oldu. Ve nihayet 1912’deki Babıâli Baskını’ndan sonra da Talat Paşa’nın öncü olduğu ama bir komitenin yönettiği, İttihat ve Terakki’nin hâkim olduğu görüldüğü ekipte kendisi Harbiye Nazırı yapıldı. Yemen Savaşı’nın başarılı komutanı ve Yemenlilerle o derece de başarılı diplomatik barış yapan, Kurmay Başkanı da İsmet Bey (İnönü) olan Ahmed İzzet Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’ndan uzaklaştırılmasıyla onun yerini aldı.
HEM YENİLEDİ HEM TAHRİP ETTİ
Şurası bir gerçek, dinamik bir Harbiye Nazırı gelmişti. Ama Ahmed İzzet Paşa onun karşısında harcanacak bir komutan değildi. Enver’in dinamizmi ve orduda yaptığı tensikat (işten çıkarmalar) ihtiyar kadrolar ve alaylı paşa ve askerleri ani bir kararla emekliye sevk etmek, bir yandan birçok kişinin rütbesini düşürmek onu şöhret haline getirdi. Bu, orduda bir yenilenmeye sebep olduğu gibi bir tahribata da sebep oldu. Bu gibi kimseler için Alman subaylar bile “Herkes bir kere general olabilir ama iki kere general olmak saadeti bu orduda yaşanabilir” demişlerdir. Mesela sonraki İşkodra savunmasının ölümsüz ismi Rıza Paşa iki kere general olan bu talihlilerdendir(!).
Ani Harbiye Nazırlığı ve Başkomutan Vekilliği, tarihte ilk defa bir milyon askerin silah altına alındığı dönemin şartları, Enver Paşa’nın nitelikli komutanlığını bir anda duraklattı. Diplomasi kurallarına riayet etmeyen ve harbe girmekte çok acele eden İttihat ve Terakki’nin Karadeniz’e çıkan Alman zırhlılarına (Goeben-Breslau) Cemal Paşa’yla birlikte emir verdiği açıktır. Ayrıca Sarıkamış’taki savunması bir faciaya dönüştü. Çok yetenekli oldukları tartışılacak Rus ordusunun generallerinden evvel ülkemizin doğusundaki General Kış’ın askerlerimize çok daha fazla zararı oldu. 19.000 Rus askeri de bu savaşta öldü. Demek ki Sarıkamış’ta donarak, silah atmadan çekilmiş değiliz. Fakat bu yenilginin sonunda Karadeniz’in doğusu ve Doğu Anadolu eyaletlerinin çoğu elden çıkmıştır.
Bundan sonra Çanakkale başta olmak üzere Kût’ül Amâre ve İran yaylasındaki bazı mevzi zaferler, bir yandan da harbin sonundan İran’da İngilizleri durdurmak, Bakü’yü istirdat etmek, ordunun baştan sona zaferleridir (ordunun komutanı kardeşi Nuri Paşa’dır). Her şeye rağmen Filistin cephesinde başarılı olamadığımız açıktı; şartlar tamamen aleyhimizdeydi. Ama şurası da bir gerçek, dört sene boyunca İngiltere İmparatorluğu’nu hiçbir kuvvet meşgul edememiştir.
ORTA ASYA ONU BEKLEDİ
Enver Paşa’nın hayatındaki ikinci safha; yenilgiden sonra Almanya’ya iltica etmek, oradan Moskova’ya geçmekti. Zira ihtilalin şartlarında Asya Türklüğünü ayaklandırmak niyetindeydi. Bunun için yeni Rusya ile ittifak araması reddedilecektir. Burada yaşadığı maceralı hayatta ölüm tehlikesi bile atlatmıştır. Bütün bunların arasında da bize Rus liderlerin portrelerinden oluşan bir albüm bırakması ve lisan bilgisine İngilizceyi katması göze çarpar.
Orta Asya onu bekledi. O sene Azerbaycan, Asya ve Kırım’da doğan birçok bebek Enver adını taşıyor. Oradaki feodal yapıyı, ilk anda kurtarıcı, padişahın damadı olarak gelen Paşa yenemedi. Son savaşa girişi adeta bir intihardır. Çünkü Anadolu’daki milli hükümet ve direniş Enver Paşa’yı kabul etmedi. İlk önce bir kurtarıcı gibi Anadolu’ya gireceğini düşündü ama Sakarya Muharebesi’nden sonra bu hayal sona erdi. Rusya ise onun en hafif anlamda müttefiki hatta iltica yeri bile değildi. Kendini Asya bozkırlarına çekti.
4 Ağustos 1922; yüz yıl önce, bugünkü Tacikistan’da Âbıderyâ köyündeki Çeğen tepe mevkisinde, bayram günü adeta bir intihar saldırısıyla şehit düştü. 41. yaşının içindeydi.
Bu kadar kısa zamanda bu kadar büyük hadiselerle 20. yüzyılın başındaki tarihe giren komutan az bulunur.
BÜYÜK DÜŞMANLARI OYALADI
“Enver Paşa belki Alman propagandasının da büyüttüğü komutanlardan biridir” diyeceksiniz. Ama şurası da bir gerçektir ki bazı konularda da idare ettiği devlet ve ordular, bazen ona rağmen bazen onun örgütlenmesiyle karşıdaki büyük düşmanları oyaladılar. Şüphesiz burada bir birlik de yoktu. Çanakkale muharebeleri sırasında düzgün giden iaşe sistemi, Sarıkamış’ta hiç görülmez. Gene aynı şekilde Arabistan’daki cephede de başarılı olunamadı. 1915-1916-1917’de Çanakkale, Kût’ül Amâre, Bakü üç önemli noktaydı.
Müttefik Almanya’nın komuta ve müşavir subay kadrosu, tıpkı Avusturya-Macaristan’da olduğu gibi Türkiye’de de kısa zamanda nefret ve şüpheyle değerlendirildi. Dönemin askerlerinin hepsi, başlangıçtan beri Almanlara karşı olan Mustafa Kemal Bey, Kâzım Karabekir Bey, İsmet Bey, Nurettin Paşa (Sakallı), Esat Paşa gibi komutanların tutumunu izleyerek takip ettiler. Birinci Harp’ten çıkan bu komuta kadrosu, bu genç generaller, ihtiyar generallerin tecrübesine sahip genç komutanlar olarak İstiklal Savaşı’nı zaferle tamamladı. Enver bu kadrolarla Birinci Harp’in sonundan itibaren karşı karşıya kaldı. Ama bir yandan da asırlardan beri Türkiye’den gelen bir komutan olarak Asya’da kısa süreli etkileri oldu.
1996 yılında naaşı Türkiye’ye, Abide-i Hürriyet Tepesi’ne getirildi. Tacikistan’da sık sık ziyaret edilen türbesi bugün bu kadar ziyaretçiyi çekiyor mu, bilmiyorum ama yerinde kalsa herhalde daha etkili olacaktı.
Paylaş