Polise değil, toplum düzenine karşı terör

Genç polis memuru kızımız Şeyda Yılmaz görevini icra ederken akıl sağlığını kaybetmiş ve toplumun ellerine bırakılmış biri tarafından katledildi. Ardından Ankara’da iki serseri, başka polis memurlarına aynı saldırıyı denedi. Toplumda orduya ve polise karşı bir direnç ve bu kuvvetleri hafife alma gibi bir davranış biçimi yaygınlaşıyor. Bu, toplumsal bir serserilik hâlini alıyor. Bu saldırıların sadece sosyal çöküş teorileriyle açıklanıp açıklanamayacağına bakmak gerek. Sakın bu durum, daha derin ve sistemik terörist bir yönelişi işaret ediyor olmasın?

Haberin Devamı

İSTANBUL, İzmir, Ankara ve Adana’nın varoşları, resmi rakamlarının çok ötesinde nüfus barındırıyor. Mesela İstanbul vilayeti, neredeyse Kocaeli’nin varoşlarına bitişmiş durumda. Adana, Mersin, Tarsus gibi merkezler birbirine çok yakın. Ankara’da varoş diye tanımlanan mahalleler, bizim kuşağımızda mütevazı alt orta sınıf banliyöleriyken, bugün son derece karmaşık bir demografik yapıya ve kriminal yuvalanmalara ev sahipliği yapıyor. İzmir de bu gidişatın dışında değil. Aynı toplumsal kalıbı Batı Avrupa metropollerinde de görmek mümkün.

İMKÂNSIZLIK SUÇA İTİYOR

Bu bölgelerdeki eğitimsizlik ve okullaşma sorunu öğretmen eksikliğini ve eğitim kalitesizliğini iki kat artırıyor. Varoş gençliğini eğlendirecek ya da meşgul edecek ne sanat, müzik ve tiyatro imkânları var, ne de yoğun bir spor faaliyeti. Türkiye’de spor, pahalı bir faaliyet. Bu nedenle varoşlar, sanat ya da spor yıldızlarından çok, suçlular yetiştiren bir yapıya evriliyor. Bu gelişme, Türkiye’yi birçok üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi Güney Amerika metropollerine benzetiyor. Tarihsel ve kültürel kodlarımıza tamamen zıt bu durum, toplumu büyük bir dehşetin eşiğine getiriyor. Aziz dostum Sedat Ergin’in bu hafta kaleme aldığı yazı da bu korkunç gerçeği gözler önüne seriyor.

Haberin Devamı

Toplumda orduya ve polise karşı bir direnç ve bu kuvvetleri hafife alma gibi bir davranış biçimi yaygınlaşıyor. Bu, toplumsal bir serserilik hâlini alıyor. Liyakatsiz, partizan, eğitimsiz ve ideolojik saplantılarla malul bürokrasi ve siyasi temsilciler kanuna ve devlete saygıyı ortadan kaldırıyor. Devleti bir tabu olarak gören geleneksel kültürümüz, yeni liberal takımın hayalini kurduğu bireysel haklar ve özgürlükler anlayışına dönüşmediği için, yerini haydutluğa ve başıbozukluğa bırakıyor. Bu durum, bireylerin devlet karşısındaki bin yıllık tutumlarını terk etmeleri anlamına geliyor. Avrupa tarihinde de benzer süreçler yaşandı; ancak Avrupa, muhafazakâr ve sosyal demokrat anlayışlarıyla vatandaşlık kültürünü geliştirmeyi başardı ve serseriliğe yer bırakmadı.

Haberin Devamı

Polise değil, toplum düzenine karşı terör

YA TIMARHANE YA HAPİSHANE

Varoş suçluluğu her yerde mevcut, ancak bunun kahramanlığa evrilmediği yerlerde toplum düzeni daha sağlam kalabiliyor. Kanunların, güvenlik güçlerinin ve ordu mensuplarının savunma haklarını garanti altına almamak, politikacıların popülizm adına sorumsuz kitlelerle işbirliği yapması son derece tehlikeli bir gelişme.

Henüz 1997 doğumlu genç polis memuru kızımız görevini icra ederken akıl sağlığını kaybetmiş ve toplumun ellerine bırakılmış biri tarafından katledildi. Oysa böyle bir kişinin tımarhanede tedavi görmesi ya da müebbet hapisle kontrol altında tutulması gerekirdi. Ne yazık ki ailesini dahi usandıran bu birey 26 adet suça rağmen mahalleye geri salındı. ABD’nin varoşlarında ya da Doğu Londra’da benzer durumları görürsünüz; fakat orada bu kişiler genellikle hapishanelerde tutulur. Kriminalite, açık havada terbiye edilemez. İnsanların doğuştan suçlu olduğuna inanmam, ama topluma entegre edilemeyen bireyler, hızla bu kategoriye girer. Bireylerini küçük yaşta eğitemeyen bir toplum, onları kontrol altında tutmayı da bilmelidir. Dünya, insanların doğuştan getirdikleri temizliği koruyacak ve geliştirecek ideal bir düzeni henüz hiçbir yerde kurabilmiş değil.

Haberin Devamı

DÜŞÜNÜLMESİ GEREKEN SORULAR

Genç polis memuru Şeyda Yılmaz’ın hayatının söndüğü bu trajediyi düşünün. Meslektaşları onu neden koruyamadı? Bu da bir tahkikat konusu olmalı. Belli ki polisin görevini yapmasına engel olan bir mevzuat ve uygulama var. Polisin hayatını riske atarak yakaladığı suçlular, üç gün sonra sokaklara geri dönüyorsa, kim görevini canla başla yapabilir? Fransa tarihinin tartışmalı figürlerinden Napoléon’un İçişleri Bakanı Baron Joseph Fouché, bu konuda şöyle der: “Saldırı imparatora dahi olsa affedebilirim, ama polise yönelen bir terör affedilemez. Çünkü bu, toplum düzenini ve yurttaşın emniyetini sona erdirir.” Ordu ve emniyet mensubu genç yaşta eğitim görmeye başlar. Üniversite çağına gelmiş gencin çevik bir polis ve kriminalite uzmanı olması, bu yaşta eğitime başlayan bir subay adayının da üniversite tabelalı yerlerden çok Harp Akademisi veya Harbiye’de daha erkenden eğitime alınması gerekir. Bu işler dünyada böyle olur.

Haberin Devamı

Olaylar kendini tekrar ediyor. Polis memuru Şeyda Yılmaz’ın hunharca şehit edilmesinin ardından Ankara’da iki serseri başka polis memurlarına aynı saldırıyı denedi. Bu saldırıların sadece sosyal çöküş teorileriyle açıklanıp açıklanamayacağına bakmak gerek. Sakın bu durum, daha derin ve sistemik terörist bir yönelişi işaret ediyor olmasın? İçişleri Bakanı’mız başarıyla yürüttüğü bu anti-terörle mücadelede yeterince destek bulabilecek mi?

LÜBNAN

1960’larda Suriye’den Lübnan’a yaptığım ilk geçişi hatırlıyorum. Tabiat aynı, dil aynı, insanlar aynı. Arap kavminin bütün ayrılıklarına rağmen derin bir müşterekliği var, bu açık. Ancak şaşırtıcı bir tezat hemen sınırda karşımıza çıkmıştı: Suriye’nin fakir, yoksul gümrük memurlarının sınavını geçtikten sonra bir anda kendinizi Güney Fransa’da hissederdiniz. Lübnan sınırında, kendinden emin, hafif küstah ama düzenli ve saygılı bir atmosfer vardı.

Haberin Devamı

Polise değil, toplum düzenine karşı terör

HERKESİN HAYRANLIĞINI KAZANAN BİR ŞEHİRDİ

Coğrafya ise oldukça değişikti. Anti-Lübnan dağlarından geçerken gördüğümüz köşkler ve zenginlik ki bu zenginlik yalnızca Hristiyan Marunilere değil, Dürzi semtlere ve köylere de yansıyordu. Bugün, Lübnan’da tarihi düşmanlıkları olan Dürziler ve Maruniler Cünye limanı ve Cebel çevresinde bir araya gelmek zorunda kalmış durumda. Öbür parçadan kurtulmak için... O zamanlar bu refah seviyesine hayranlıkla bakıyordum ve hak vermemek elde değildi.

Lübnan, 1960’ların Türkiye’sinde görmediğimiz bir refah içindeydi. Fakat bu refah, dini gruplar arasındaki derin farkları ortadan kaldırmıyordu. Müslüman mahalleler, o dönem Türkiye’deki ve hatta bazı İtalyan ve İspanyol şehirlerindeki yoksul mahallelere kıyasla çok daha iyi durumdaydı. Arap dünyasının toplayıcı bölgesi olmasının zenginliği üzerine kurulu bir ülkeydi Lübnan. Bankacılık sistemi mükemmeldi, hizmet sektörü de aynı şekilde. Her sınıfa hitap eden kafe ve restoranlar, hepsinde de belirli bir temizlik ve sağlık düzeni vardı. Eğlence hayatı kadar kültürel hayatı da zengin ve nitelikliydi. O dönemde herkes Lübnan’a hayranlık duyuyor ve örnek gösteriyordu.

Polise değil, toplum düzenine karşı terör

Ancak bu huzurlu tablo uzun sürmedi. Hizbullah, büyük iddialarla bölgeyi koruyacağını öne sürdü. Ama gerçek şu ki; iç savaş bölgeyi hızla sardı. Örnek alınan bu model çabuk çatladı. “Lübnan da Ortadoğululaştı, hem de feci bir şekilde” dediler. Önce içlerindeki Filistinlilerle çatışmaya girdiler. Ardından dini gruplar, Marunilerle Sünniler arasında gerilim yükseldi, sonra Şii gruplar ortaya çıktı. Kimileri Beyrut’un başkent olacağı bir Şii Lübnan’dan söz ediyordu. Hem ticarette hem de terörde örgütlü bir yapıya sahiptiler. Lübnan kendi içinde parçalanıyordu. Bugün İsrail, bu kaosun üzerine acımasız şekilde son darbeyi vuruyor. Ancak bu girdabın içine girmek, İsrail’in kendi hayatını ve kuruluş idealini sürdürebilmesine izin verecek mi? Vatandaşları hızlıca ülkeyi terkediyor. Ülke basınına göre binlerce kişi son bir yılda İsrail’den ayrıldı. Ortadoğu, daima son derece ihtiyatla yaklaşılması gereken bir yer olmuştur ve bu gerçek bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Olaylara bakarken bu dengeyi her zaman akılda tutmak lazım.

Hiç şüphesiz, Ortadoğululaşma süreci, Doğu Akdeniz’de barış içinde yaşanacak bir şeridi de tahrip ediyor. Gelecekte bu kavimlerin, geçmişin yaralarından ve karşılıklı nefretlerinden ne kadar zamanda kurtulacağı tartışılır. Aynı şey, bu küçük ama teknik ve kültürel bakımdan üstün Ortadoğu ülkeleri için de geçerlidir. Lübnan, Suriye, Filistin ve İsrail’in dünya üzerindeki rollerinin ne olacağı, diğer milletlerin hafızasında nasıl bir yer edinecekleri sorusu önemlidir. Savaş artık yalnızca karşı tarafı değil, bütün tarafların geleceğini de kemiren bir sürece girmiştir.

Polise değil, toplum düzenine karşı terör

PRENSES FAZILA

CUMA sabahı erken saatlerde Hidiv hanedanından Prens İbrahim’in ve Osmanlı hanedanından Hanzade Sultan’ın kızları olan Prenses Fazıla vefat etti. Son Mısır Naibesi Neslişah Sultan’ın da yeğeniydi. Kardeşi de hem Osmanlı ailesinden hem de Mısır hanedanından Prens Ahmet’ti. Mısır’ın hali hazırda veliaht prensi sayılan Abbas Hilmi’nin ve Prenses İkbal’in kuzenidir. Prenses Fazıla tarih ve şarkiyat konusundaki geniş bilgisiyle tanınırdı ve zaten gençliğinden beri de bu dalların eğitimini almıştır. Çok genç yaşlarında Irak Kralı II. Faysal’ın eşi, dolayısıyla Irak Kraliçeliği için Osmanlı ailesi üyeleri ve Irak Naibi Abdülilah ve Başbakan Nuri Said Paşa arasındaki anlaşma ile seçildi. Hazin bir olay. Birkaç gün farkla düğünden önce Irak’ta General Kasım darbe yaptı. Kral II. Faysal da naibi Abdülilah da Başbakan Nuri Said Paşa da etraflarındaki maiyetle birlikte hunharca katledildiler. Şayet düğün olmuş olsaydı hiç şüphesiz ki Prenses Fazıla da genç kraliçe olarak onların akıbetini paylaşırdı. Hayatın bu cilveleri Osmanlı ailesi üyelerini 1950’li yıllarda da takip etmiş oldu. Prenses Fazıla tarih ve doğu bilimi konusundaki tahsiline devam etti. Bu son zamana kadar böyledir. Bu arada Türkiye tarihinin sevilen başbakanı Suat Hayri Ürgüplü’nün oğlu Hayri Ürgüplü ile evlendi, 2 oğulları oldu. Selim ve Suat.

Polise değil, toplum düzenine karşı terör

Mütevazi, son derece sohbeti yerinde prensesi maalesef asrın hastalığı da yakaladı. Son yıllarını inzivada ve oğullarının bakımıyla geçirdi. Türkiye’yi ve Arap dünyasını tanırdı ve memleketimize her zaman vakarla temsil etmiş Osmanlı ailesinin bir ferdidir. Cenazesi pazar günü Bebek Camii’nden kalktı. Prenses Fazıla, Mısır’ı da genç yaşta terk etmiştir. Zaten ihtilal Osmanlı ailesinin üyelerini Hidivlerle olan evliliklerinden dolayı Mısır’da da yurtsuz duruma getirdi. Bu durumda Hanzade Sultan ve babası Prens İbrahim’le Fransa’ya yerleşmek durumundaydı. Bununla birlikte Türkiye’deki yakınlarıyla hatta arkadaş çevresiyle de ilişkilerini hep devam ettirdi. Kusursuz güzel Türkçesi vardı ve memleketin hem tarihini hem siyasi durumunu takip ederdi. Ürgüplü ailesiyle de evlilik dolayısıyla hem vatandaşlık hem de anavatanla bağı devam ettirme şansına erdi. Oğulları burada büyüdü ve bu ülkenin çocuklarıdır. Avrupa’nın ve Asya’nın ünlü bir hanedanının altı asırlık bir saltanattan sonra da son asrın tarihinde yerini alan tanınan üyelerindendi.

Yazarın Tüm Yazıları