Paylaş
17. Asır Duraklama Devri diye anılan tarihi dönemin en ilginç hükümdar tipidir. II. Osman, Osmanlı imparatorluk hanedanın bazılarının zannettiği gibi uykuda ve zevküsefada olmaktan ziyade çok genç yaşlarında devletle meşgul olduklarının bir delilidir. II. Osman’la aşağı yukarı aynı yaşlarda Tanzimat Dönemi’nin hükümdarı olarak tahta çıkan Sultan Abdülmecid’in benzer yanıdır; devlet hayatı ve devlet adamlarını bu hanedanın çok erkenden etüt edip değerlendirmediği görülüyor.
II. Osman, şehzade olarak sancağa çıkanlardan değildir. Babasının yeniden düzenlediği kanun gereği sarayda büyüdü. I Ahmed’in ilk oğludur. Annesi Kösem Sultan değildir, Mahfirûz Sultan’dır. II. Osman’a zamanın tarihçileri Genç Osman da demişlerdir. Zira 14 yaşında tahta çıktı (Sultan Abdülmecid 16.5 yaşındaydı). Tıpkı büyük ceddi Fatih Sultan Mehmed gibi Doğu dilleri yanında Batı dilleri Latince, Yunanca, İtalyancaya ilgi duyduğu kaydediliyor. Bunları ne kadar öğrenebildiğini bilemiyoruz ama en azından ilgisi vardı. Dört yıl süren kısa saltanatında Podolya Seferi’yle anılır.
RADİKAL GÖZLEMLERİ VARDI
Cemiyet ve devlet hayatının kurumları hakkında ilginç, radikal gözlemleri ve değerlendirmeleri vardı. Birincisi; imparatorluğun temel bir kurumu olan kapıkulu ocaklarını ıslah etmek. Daha doğrusu tamamen ortadan kaldırarak yeniden ayrı mektepte eğitim gören subayların yönetimine verilen geniş ve düzenli bir ordu kurmak. Maalesef bu sırrı kafasında tutamadı. İkincisi padişahın çok evlilik ve harem hayatı ortasında kaybolmasını önlemek. Bilinen birinin, Şeyhülislam Efendi’nin kızıyla evlendi. Her ikisine de toplum reaksiyon gösterdi. Mütevazı giyiminden çarşı esnafı “Osman Çelebi’nin kıyafeti” diye alay etti.
İLMİYE SINIFINI KARŞISINA ALDI
Veraset sistemini değiştirmeye çalıştı. Yeniden en kıdemli hanedan, en yaşlı hanedan üyesi değil; ekber evlat sistemine dönmeyi tercih etti. Diğer yandan Yeniçeri Ocağı’nı yapacağı reform dolayısıyla ürküttü. Şeyhülislamın yetkilerini kısıtladı. Bu, ilmiye sınıfını da karşısına almak demekti. Trajik reformcuların kaderi burada rol oynadı. Lehistan Seferi’nin istediği gibi sonuçlanmaması onun da sonunu hazırladı. Oysa bütün Lehistan ülkesinin Baltık kıyılarındaki hâkimiyetine son verip oraya çıkmak ve Atlas Okyanusu’na buradan açılmak niyetindeydi. Böyle bir gemicilik hayali, alkışa şayan ama tedbirli birinin tatbik edebileceği bir tasarım değildi. Çünkü ne Osmanlı’nın ne de donanmasının yapısı böyle ani bir gelişime hazır değildi.
Eski kurumların yerine alternatif yenilerini kurmadan işe girişmesi ve sesini yükseltmesi bir sabah isyan kalabalığının karşısına çıkmasına sebep oldu. Osmanlı tarihinin en feci olayı meydana geldi. Padişaha bin bir hakaret ve edepsizce taciz ile tahtından indirip Yedikule zindanlarına kapatıp katleden insanlar bir müddet sonra IV. Murad tarafından hizaya getirildiler ve feci bir devlet terörüyle ortadan kaldırıldılar. Ama benzer uygulamayı II. Osman yapamayacak kadar gençti. Bir diğer genç olan kardeşi IV. Murad ise bunu becerebildi. Ancak onda da II. Osman’ın fikir dünyası yoktu.
TALİHSİZ REFORMATÖR
Bu bir trajik çözülmezliktir ve II. Osman’ın bu feci sonu Evliya Çelebi’de tasvir edilmiştir. II. Meşrutiyet döneminin “Ben her şeyi bilir, tarihi değiştiremezsem bile tarih yazımına yön veririm” diyen tarihçisi Necib Asım Bey tarafından bu sayfaların Topkapı’daki orijinal nüshadan kopartıldığı söylenir. II. Osman Türk inkılap tarihinin talihsiz bir reformatörüdür. Ama reformcu düşüncenin Osmanlı toplumunda her zaman yaşadığını, sadece orta yaş ve üstündeki insanlarda değil gençlerde bile bulunduğunu göstermesi bakımından ilginçtir.
Osmanlı tarihinde, tarihi çok iyi bilen hanedan üyeleri vardır, pek bilmeyenler vardır. Ancak herkesin bildiği, ibretle andığı Genç Osman vakasıdır. II. Abdülhamid’in bile bundan çok etkilendiği söylenir. Onun için darbelere karşı reaksiyon, sert veya çaresizce boyun eğmekten ibaret kalmıştır. Benzer akıbeti uzak tutmak için...
KONUŞMAMIZ GEREKEN BİR KONU: ÇEŞME PROJESİ
İzmir benim bu memlekette en sevdiğim, hatta kendimi evimde hissettiğim şehirdir. Çok genç yaşlarımda bile uzun Anadolu turlarından sonra İzmir’e girdiğimde adeta kendi mahallemize girmiş gibi hissederdim. Şehrin mimarisi, insan ilişkileri, deniz ve tabiatla ilişkisi bunu kolaylaştırıyor olmalıydı. İnsanların açlıktan dolayı kavgası söz konusu olmazdı.
İYİ BİR EĞİLİM TRAJİK BİR DURUM
Şehir aniden büyüdü ve devamında problemler de adeta yağdı. Belki bu yüzden hayatı güçlü, toplumu daha uyanık olmaya sevk etti. Bazı olay ve gelişmelerle artık aldırmaya başladılar. Bu iyi bir eğilim ama trajik bir durum. Şimdi insanların kafalarını hiç yormadıkları, sorunlarıyla uğraşmamayı tercih ettiklerini Çeşme halkı ve İzmirliler protesto ediyor; çok haklılar.
3.000 hektar araziye 100’ün üstünde golf sahası yapacaklarmış. Projede “Bu sahaların sayısını azaltırız, sayısı çoğalsa da azalsa da aynı yüzölçümü kalır” deniliyor. O alanın neresine bu sayıda golf sahası sığdırılacak, çok şaşırıyorum. Golf sahası dediğiniz Suadiye Gazinosu’nun yanındaki mini golf sahası değildir, muhteşem arazi isteyen bir spor tesisidir. Antalya’da örneği var, gidip görün.
GENERAL FRANCO’NUN BİLE GERİSİNDEYİZ
Antalya’da doğu kısmının kıyılarının, o güzel pinus pinea (fıstık çamı) ormanlarının ta Romalılardan gelen peyzajın nasıl tahrip edildiğini hatırlıyorum. Kilometrekarelerce golf sahaları yaptılar. “Spora bu kadar yabancı olan bir memlekette golf sahalarında kimler oynuyor?” diye merak ediyorum. Bunların önlerine de otelleri yığdılar. Şimdi Ege aynı faciayla karşılaşıyor. Ne var ki durum hiç müsait değil. Daha 1984’te Mukadder Sezgin’in Turgut Özal’a sunduğu raporda şöyle diyor: “İleride 80 milyon küsuru geçecek bir ülkenin kıyı uzunluğu ancak bu kadardır (yetersizdir).” Halbuki bugün kıyıların tahribini önleme konusunda biz General Franco’nun bile gerisindeyiz. Franco kıyıları tamamıyla herkesin kullanımına açan, otelleri bile geriye iten kanunu yapmıştı.
Bizzat Turizm Bakanlığı bu işin başını çekiyor. Şaşılacak şey! İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer Bey’in protesto konuşması yanında, Ekrem Oran Bey’in (Çeşme’nin Belediye Başkanı) ikna olmuş gibi görünmesi... Bu kadar kısa zamanda bu işlerin dibine kadar nasıl tetkik etti de ikna oluyor? Nihayet bu bölge onun yönetiminde ve sorumluluğundadır.
Çeşme’nin su kaynakları bütün Akdeniz kıyılarında olduğu gibi sınırlıdır ve nüfusu da gittikçe artmaktadır. Hal böyleyken bir de sahayı tamamen daraltmak, su kaynaklarını aşırı derecede kullanmak, bağlantı yollarını trafik yönünden doldurmak büyük mahzurlar yaratır.
YUNAN ADALARIYLA ARAMIZDAKİ FARK
Ege’deki Yunan adaları ile Türk sahilleri arasında bir sürat botuyla geçtiğim zaman faciayı gördüm. Yunan tarafı ne kadar idilik, tabiatla iç içe adalardan müteşekkilse biz sahilleri tamamen beton şehirlerle doldurmaya başlamışız. Bu bir medeniyet değil, medeniyetsizlik göstergesidir. Görünüm; rahat, müreffeh bir hayatın değil, başkalarının hakkını yiyerek bazılarının bazı şeyleri elde etmesidir. Bu hak yeme değil; doğrudan doğruya tabi sınırlara tecavüzdür; havaya, suya tecavüzdür. Size söylüyorum; hiç kimse solculuk yavesi diye tenkit için ortaya çıkmasın. General Franco’nun bile gerisindeyiz; bunu da herkesin dikkatine sunuyorum.
DEVİRLER GEÇER AMA TAHRİBAT KALIR
İzmir’in işinsanları çok fazlasıyla rahattır. Saat 05.00’te kalkıp sporunu yapıp hafif bir kahvaltı ve duştan sonra 07.00’de işinin başına koşuşan patron orada pek görülmez. Gençler de pek öyle yetişmez. Böyle bir ortamda ülkenin tabiatını korumak veya tahrip dahi ister istemez başka insanların eline düşüyor. Devirler geçer, insanlar ve idareler değişir fakat yapılan tahribat kalır. Sonradan rehabilitasyona girseniz bile bazı şeylerin düzeltilemeyeceğini görürsünüz. Bunun hesabını soracak yerli bir sermaye yok. Doğrusu halkın da pek ilgi alanı içinde değildi. Bahsi geçen konu bu kadarla kalmayacak, devam edeceğini umuyoruz. İzmirlilerin ilk defadır ki böyle bir tepki göstermesini de hem hayretle hem de takdirle karşıladım ve duygulandım. Bu bence tarihe geçecek bir olay.
Paylaş