Paylaş
GAZETEMİZE röportaj veren bir adam “İlber Hoca tarihle uğraşsın, anlamadığı işe karışmasın” diyor. Anlamadığımız iş dediği, gelip geçtiğimiz, her gün gördüğümüz, yaşadığımız şehrin köşelerinden biri. Birazdan bahsedeceğimiz Üsküdar’daki Şemsipaşa Camii de öyle.
İstanbul’u Roma İmparatorluğu kurmuş sayılır. Bizim ecdadımız süslemiş, geliştirmiş. Hani birilerinin bize saçma gelen teorisi var ya; “Osmanlı ayrı millet, Türk ayrı millet” diye. Neredeyse bu saçmalığa inanasım geliyor, Osmanlı kurmuş, biz iğrenç bir hale getiriyoruz. Bugünün mimarının nesi üstün bilmiyorum; resmen statik derslerini okumadıklarını, müfredattan kaldırıldığını herkes biliyor. Dünyayı gezip gördükleri yok. Sırf parasızlıktan değil, niyetleri de yok. Anasının babasının yanında gezip görenler de bavul misali geziyor.
Adam kazıkları çakmış; pandantif gibi Molla Çelebi Camii’nin ne olacağı belli. Dolmabahçe’den baktığın zaman Topkapı Sarayı’nı göremiyorsun. Karşıda da Şemsipaşa Camii’nin önüne kazık çaktılar. Duvarlarını çatlamışlar bile. Fox TV muhabirinin sorusuna oradaki mühendis “Ne olmuş” diyor.
“Her yerde okul açıp herkesi diplomayla donatacağız” dersen, verdiğin eğitimin niteliğine ve muhtevasına dikkat etmezsen beklenecek sonuçlar bunlar. Mimarbaşı övünüyor, “Bu Haliç’e köprüyü Mimar Sinan bile yapamadı” diye. Megalomaninin sonu yok. Aradan 500 sene geçmiş; birikimin bu kadarsa diyeceğim yok. Denecek yok, maşallah.
ATATÜRK’ÜN EMRİYLE RESTORE EDİLMİŞTİ
Önündeki inşaat şimdilik durdurulan Şemsipaşa Camii’nin başına gelenlerden söz edelim biraz da. Üsküdar kıyısında rüzgâr her zaman kuvvetli estiğinden bu caminin kubbesine ve minaresine kuşlar konmaz. Bu yüzden halk ‘Kuşkonmaz Camii’ adını vermiş. Caminin banisi Kastamonu Candaroğulları hanedanından gelen Kızıl Ahmed Bey’in torunu Şemsi Ahmet Paşa’dır. III. Murad devri vezirlerindendir.
Şemsi Ahmet Paşa, 1580 yılında ölmüştür ve tarihin de gösterdiği gibi bu sempatik camiyi aynı tarihte büyük mimarımıza yaptırmıştır. Koca Mimar Sinan’ın küçük bir camisidir. Ancak bu küçük minyatür caminin, mimarın keskin gözüne uygun bir yapısı vardır. Minaresiyle kubbesi, o kubbenin yanındaki çeyrek kubbeler, o çeyrek kubbelerin hemen altında uzanan duvarlar, revak, girişteki son cemaat mahalli ve etrafında yer alan ‘L’ şeklindeki medrese ve caminin hemen bitişiğinde yer alan Şemsi Ahmet Paşa’nın türbesi dikkatimizi çeker. Paşa, caminin tamamlandığını göremeden vefat etmiştir ve buraya gömülmüştür.
Kuşkonmaz Camii’nin 20’nci yüzyılda önemli yıkımlar daha doğrusu tahribat gördüğü açıktır. Bunu zaman yapmıştır. Bu nedenle ilk önce Atatürk’ün emriyle ancak 1940’larda gerçekleştirilen bir tamirat ve ardından 20’nci yüzyılın sonuna kadar uzanan restorasyonlarla cami bugüne kadar gelebilmiştir.
BÖYLE BİR KÜSTAHLIK AVRUPA’DA, İRAN’DA OLMAZ
Bugün Şemsipaşa Camii de Molla Çelebi Camii gibi belediyelerin acayip deniz dolduruculuğundan payını alıyor. Eski belediye başkanlarından biri Swissotel’i, o zamanın başbakanı Hotel Ritz’i, günümüzdeki futbol takımlarından biri de stadyumu Dolmabahçe’nin başına dert ettiler. Şimdiki projeler ise iki Sinan eserinin birden canına okuyacak. Siz böyle bir küstahlığın herhangi bir Avrupa şehrinde, İsrail’de veya İran’da söz konusu olabileceğini düşünür müsünüz? Burada işler böyle yürüdüğüne göre epey bir noksanlığımız var.
MİNYATÜR MODELLER YAPMAYI DA SEVERDİ
- MİMAR Sinan, büyük ebatlı düşünülebilecek şeylerin minyatürünü yapmayı seven biriydi. Mesela Tophane’de Kılıç Ali Paşa Camii, Ayasofya’nın minyatürü gibidir. Sinan, Ayasofya’nın restorasyonu ile övünürdü. Şemsi Ahmet Paşa Camii de diğer bir örnek. Sırası gelmişken, Üsküdar’da Şemsi Paşa Camii’yle bütünlük teşkil eden iki cami daha var. Biri, 15’nci asırdan kalma ve geç Paleologlar devrini andıran mimarisiyle Rum Mehmet Paşa Camii ki Fatih’in vezirlerinden olan Rum Mehmet Paşa da aslında bir Paleolog prensidir. Biraz ötede İstanbul’a ve bütün Üsküdar’a hâkim yapısıyla, halen yükselen binalara meydan okuyan III. Mustafa’nın eseri Ayazma Camii bir bütünlük teşkil ederler. Şemsi Ahmet Paşa külliyesinde o vakitler bir ‘Dârülhadis’ vardı. Bugün bu medrese bu nedenle bir çocuk kitaplığı olarak kullanılmaktadır.
ÜSKÜDAR’A REFAH GETİRMİŞTİ
- ÜSKÜDAR İskelesi hem denizden girişte hem de Anadolu’dan gelişte kervanların ilk anda konaklayacakları hatta alışverişe başlayacakları yerdi. Ve bu bölgedeki eserler hiç şüphesiz Osmanlı başkentine Anadolu ve Asya tarafından gelen insanları büyüleyici bir seyre davet etmiş ve onların daha ilk anda bu şehrin hayatından, zenginliğinden, eserlerinden etkilenmesini sağlamıştır. Şemsi Paşa’nın Üsküdar’a refah getirdiğine hiç şüphe yoktur. Nitekim Mihrimah Sultan Camii, daha yukarıdaki Nurbanu Sultan Camii ve Şemsi Paşa Camii’nin kendisiyle birlikte Üsküdar’ın iskele kısmı bir faaliyet ve refah kazanmıştır. Unutmayalım, uzakta kalan Nurbanu Sultan Camii’nin yani Eski Valide Camii’nin bazı vakıfları da iskeleye yakındır. Nitekim bu caminin vakfından sayılan çifte kubbeli hamam da (bugün ‘çarşı’ olarak onarılmış halde kullanılıyor) hemen iskelenin civarında yer alır.
KLASİK MÜZİK VE SURDİBİ’NDEKİ ÇOCUKLARIMIZ
- BUGÜN İstanbul’un en sorunlu yerlerinden biri Edirnekapı ve civarı. Bu asil semt kontrol edilemeyen bir göç ve maalesef uyuşturucu satıcılarının bölgesi olmakta. Çocuklarımız ve gençlerimizi bu yığının elinden kurtarmak için yetersiz kalan Milli Eğitim’in haricinde müzik, spor eğitimini sağlayacak kurumlar da pek yok. Ama biz orada, Kariye Camii’nin yakınında çok umutlandırıcı, sevindirici bir performansa şahit olduk.
Bundan tam 12 yıl evvel mimar Mehmet Selim Baki ve eşi doktor Yeliz Baki gençlere klasik müzik eğitimi vermek için kolları sıvadı. Örnek aldıkları yerler Güney Amerika şehirlerinin fakir semtlerindeki müzik çalışmalarıydı. Çocuklara müziğe yeteneği olsun olmasın istedikleri enstrümanı çalabilme imkânı verdiler. Şaka değil; birtakım orkestralarımızda bastuba gibi enstrümanları çalanlar kolay bulunmuyor.
Bugün ‘Barış İçin Müzik Vakfı’ çatısı altında ‘Barış İçin Müzik Senfoni Orkestraları’ (Beethoven, Mozart, Vivaldi), ‘Barış İçin Müzik Korosu’, ‘Barış İçin Müzik Bakır Üflemeliler Topluluğu’, ‘Barış İçin Müzik Yaylı Orkestrası ve Yaylı Beşlisi’, ‘Barış İçin Müzik Caz Topluluğu’, ‘Barış İçin Müzik Flüt Orkestrası ve Tahta Nefesliler Beşlisi’ çalışmalarına devam ediyor.
ŞÜKRANLIK BİR FAALİYET
Binlerce çocuk ücretsiz eğitimden geçti. Kimi konservatuvarlara girdi, kimi üniversitede okuyor. İçlerinde müzik aletlerinin tamir ve yapımıyla uğraşanlar olacak. Unutmayın aradığınızda piyano akordu yapacak uzman bile kolay bulunmuyor. Bu hafta gazeteci yazar İsmail Küçükkaya ile oradaydık. Kariye Camii’nin civarında Çelik Gülersoy restorasyonundan geçen bir binada bu genç orkestranın konserini dinledik. Çarşamba günü de aynı gösteri Ömer Lütfi Kırdar’da oldu. Ne kadar duygulandırıcı, ne kadar şükran duyulacak bir faaliyet.
Maalesef 1930’larda şanla, irfanla girişilen musiki eğitimi uzun zamandır hızını kaybetmiştir. Hatta bu alanda bir devlet gösterisi olarak 1934 Haziran’ında İran Şahı’nın ziyareti sırasında iki ülkenin tarihinden bir efsane üzerine kurulu ‘Özsoy Operası’ temsil edilmişti.
Türkiye müzik ve müzik eğitimiyle bağını koparan bir ülke. Bu alafranga denen Batı müziği için olduğu kadar klasik Türk müziği için de geçerli hazin bir tecellidir. İş fedakârlıkla milleti eğitmeye girişen şahıslara, kurumlara, vakıflara kalıyor. Şu anda dünyanın bütün büyük sahnelerinde Türk opera sanatçıları var. Orkestralarda Türkler çalıyor, virtüözler var. Kervan yürüyor. Ama memleket onlara sahip çıkmıyor.
Paylaş