Paylaş
BU koyu Filistin Arap şehri biraz göz attığınız zaman Yahudiliğin bile en kökten kabilesine kadar nüfus barındıran bir yer. Samaryalılar, Tevrat’tan sonraki dua metinlerini tanımayan ayrı bir mezhep. Nablus’un en yüksek noktasında yaşıyorlar. 300 kişiler. İktisadi vaziyetleri iyi; zevkli, güzel bir hayat yaşıyorlar, oturdukları binalar ve tepe havadar. Etraftaki bölgelerde onlar kadar bir cemaat daha var.
ANADOLU’DAN GELENLER
Eğer fazla küçümseyici bir rakam değilse nüfuslarının 1000 kadar olduğu söyleniyor. Bugünkü Nablus dahilinde modern Siyonist yerleşmeler yok ama etraftaki tepelerin yüksek kısmında bir düzine kadar yeni yerleşmeler görülüyor. Şehrin adı, ilginçtir, Helen-Roma kültürünün Neapolis’inden geliyor.
Falih Rıfkı’nın “Zeytindağı”nı okursanız Nablus eşrafı ve Cemal Paşa arasındaki gerilimi görürsünüz. Oysaki şehrin önemli ailelerinin bir kısmı Anadolu’dan gelme, bir kısmı da Bilâdüşşam dediğimiz Suriye ve Filistin’in önde gelen kabilelerini temsil ediyor. Bugünkü nüfus Tur ve Selimiye, yani eski Yahudi adlarıyla Gerzim ve İbal Tepeleri arasındaki kuzey-güney çizgisindeki yerleşkedir. Nablus eski devirlerden beri zeytinyağı ve üzüm bağları ürünleriyle yaşamıştır. Bugünkü şehrin merkez ticari kesimi de Habele diye adlanmıştır. Bu vadide Nablus’un bütün tarihini; Roma, İslam devrinden çeşitli mimari parçaları içinde barındıran Sultan Selahaddin Camii (Cami-i Kebir) gibi eserleri, Osmanlı devrinden Nimr ve Cevarî gibi ailelerin eşraf konakları, tipik bir çarşı ve mescitler gibi gelenekselliğin yanında, iki dağın tepelerine doğru yayılan yüksek binaları da görebiliyoruz.
GÖĞE DOĞRU YÜKSELMEK
Bu binalar Nablus’un 20 sene evvelki sıcak karakterini yavaş yavaş bir Araf havasına döndürmüş. Yeni zenginlik vadinin sıcağından tepenin esintisine tırmanıyor. Bu aynı zamanda da Batı Şeria’ya sığınan Filistinlilik için tek çare: “Göğe doğru yükselmek...” İsrail’in içinde şu andaki en büyük çekişme yerleşmelerden dolayı çıkıyor. Filistin sanayileşemeyen ama ara zanaatlarda fevkalade nitelikleri olan bir toplum. Bugünkü Nablus’un en büyük özelliği şehrin varoşlarından içeri kadar uzanan otomobil tamirhaneleri ve bazı yedek parça imalatını yapan atölyelerdir. Ta ABD ve Avusturalya ve Kanada’ya kadar uzanan Filistinlerinin orada zenginleştiği zanaatlar da budur.
ESKİ BİR KOMÜNİST
Dünyada kozmopolit nüfusun ve o kültürün yarattığı karakter ve tipler en çok Nablus gibi şehirlerde görülür. İran’ın İsfahan, Rusya’nın Nijni Novgorod ve herhalde Filistin’in Nablus’u böyle olmalı. Çarşıda gezerken Ebu İmad adlı bir ihtiyarla tanıştırılıyorum. 90 yaşına yakın. Buralarda az rastlanan bir kimlik: Eski komünist. 1950’lerde Arap dünyasının komünistleri Nasır yandaşıydı. Ürdün, Suriye ve Nasır arasında ilişkiler koptuğu an minareye çıkıp “Nablus Cumhuriyeti’ni kurdum” diye bağırmış ve üstüne tabii hapis ve işkence. Bağırdığı yer Nablus’un ortası, dönem de Ürdün krallığı. Ortadoğu göze çarpmayan katmanların ülkesi. Şehirlerin hayatına şöyle yüzeyden bile yaklaşsanız bu zenginlikleri görüyorsunuz. Dış dünyayı basından takip etiğinizde ise hayat sadece iki kutuplu ve kaba birkaç gerçekle örülmüş gibi sunuluyor. Ortadoğu’da gezmek artık kolay değil ama elden geldiğince denemek ve nüfuz etmek tavsiye edilir.
3 KİŞİLİK ENTRİKAYLA PAKİSTAN TASVİRİ
- KENİZE Murad’ı tanıyoruz. Sultan Murad’ın torunu Selma Hanım Sultan’ın kızı. Babası Kotwara (Baladpur) racası Seyyid Sacid Hüseyin’dir. Kotwara daha başından beri İngilizlere karşı duran küçük bir bölgeydi. O yüzden Britanya hâkimiyeti boyunca çok zülüm gören fakir bir devletçik olarak kaldı ve bu fakirlik modern Hindistan’da da devam etti. Bugün Raca’nın ailesi Pakistan’da yaşıyor.
FRANSA’NIN YAZARI
Kenize Murad anne ve babasının erkenden ayrılması nedeniyle “Saraydan Sürgüne” (De la Part de la Princesse Morte) romanında anlattığı gibi sıkıntılı bir hayat yaşadı; ama iyi eğitimli, muasır Fransa’nın başarılı bir yazarı olarak bugün karşımızda. Ben 1979 yılında ilk tanıştığımızda onu bir gazeteci olarak ağırladım. Zeki, bilgili bir gazeteciydi, mütevazıydı. Batılı meslektaşlarının aksine, onlarla aynı kültür çevresinde yetişmesine, Batı dillerini konuşmasına rağmen Şark ülkelerinin uğradığı haksızlıkları haykırmaktan çekinmiyordu.
Elimizdeki son romanı “Pak İnsanlar Ülkesinde” (Au pays des purs) diye çevrilmiş. Süleyman Doğru tercüme etmiş.
ZENGİN VE FAKİR
Dünyanın her yerindeki zenginler gibi Pakistan’da da zenginler var. Bu ülke kuruluşundan beri sanayileşen, bilim ve teknik alanında kendince atılımlar yapan, nüfusu kalabalık bir Müslüman ülke. Kolonyal geçmişi beraber yaşadığı Hindistan’la çatışma içinde. Hindistan hâlâ Pakistanlıların kendi kültürlerinden gelme Müslüman sapmaları olduğunu düşünüyor. Hint Müslümanlarının durumuna baktığımız zaman Pakistan’ın niye ayrıldığını anlamak da mümkün. Hiç şüphesiz her iki ülkenin zenginleri de yaratıcı, eğitimli ve acımasız. Fakirlerin ise hayatı her iki tarafta da hiç iç açıcı değil ve milyonlarla ifade ediliyor.
SÜRÜKLEYİCİ ÜSLUP
Kenize, Pakistan fakirlerinin, bir selde evsiz kalan milyonların gerçekten “pak” insanlar olduğunu ifade etme durumunda. İlginç bir aşk hikâyesinin üç kişisi arasında gelişen bir entrika ile bu ülkeyi tasvir ediyor. Tasvirler bazen çok acı ve iç karartıcı. Ama bence umutsuzluk doğurucu değil. Sürükleyici bir üslup sahibi olduğunu biliyoruz. Okumak lazım, çok şey öğretiyor ve birlikte yaşanıyor.
Paylaş