Paylaş
İSTANBUL Üniversitesi’nin tartışmasız güzel, renkli arkeoloğu ve eski şark dilleri hocası 6 Mart’ta uzun hayatını tamamladı. Birkaç senedir cemiyet hayatı içinde değildi, telefonla dahi temas kurulamıyordu. Gelen hastalıkların seyri kendine önceden bildirildiği için, arkeolojinin zeki ve gerçekten haşarı delikanlısı toplumdan kaçmayı gözlemişti, anılarda öyle kalmalıydı. Muhibbe Darga, Kafkas asıllı bir soydan geliyor. Dedesi mabeynciydi.
HİTİTÇE ÖĞRETİRDİ
Yaşamında Almanca ve Fransızcayı çok etkin kullanırdı. Bildiğimiz kadarıyla bu ülkelerde uzun boylu oturmuş değildir. Hiyeroglif ve çiviyazısı uzmanıydı ve İstanbul Üniversitesi’nde Ön Asya arkeolojisi yanında Hititçe öğretirdi. Hitit kaynaklarına müracaat ederek kaleme aldığı en popüler eserlerinden biri “Eski Anadolu’da Kadın”dır. Genel okuyucuyu ilgilendiren bu eser yanında “Karahna Şehir Kült Envanteri” gibi eski Şark dinleri ve dillerini uzmanlarını çok ilgilendiren araştırmaları da vardır.
MUŞ’TA ÖĞRETMEN
Onu gören “Bu ne zaman çalışıyor” diye sorardı. Doğrusu aradaki çok ölçülü kayıpları ve kapanmalarıyla yeterince eser ve monografi ortaya koymuştur. Helmuth Theodor Bossert ve Prof. Dr. E. Bosch’un dersleriyle genç yaşında eskiçağ dünyasına girdi. Doktorasını kısa zamanda tamamladı. Sebebi malum değil; bir ara İstanbul’u terk etti ve Elazığ ve Muş’ta lise hocalıkları yaptı. Doğu Anadolu’yu romantik anılarla terk eden kuşağının tipik öğretmenlerinden oldu. 1959’da Edebiyat Fakültesi’ne döndü. 1965 yılında doçent, 1973 yılında da profesör oldu.
FIRAT’TA 12 YIL
Doğrusu bir ekol olan Türk arkeolojisini ve eski Şark filolojisini dünyada meslektaşları arasında ehliyetle temsil etti. 12 yıl boyu Fırat Havzası kurtarma kazıları içinde yer alan Şemsiye Tepe kazılarını yönetti. Onunla her karşılaşma hem çok şey öğrenilen hem de tam manasıyla hiciv ve şamatayla sinirlerin dinlendiği bir hayat kesiti olurdu. Ankara’daki toplantılardan birinde Tarih Kurumu’ndan bazı arkadaşlarımla kendisini aldım ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin civarında Cebeci’nin ünlü “Çığır Aşçı Lokantası”na götürdüm. Fakülte hocalarının sırt sırta leziz yemek yediği bir yerdi.
2. BRONZ’A DÜŞMEK
Muhibbe kendine has coşku, neşe ve bazen kızgınlıkla kazılarından bahsediyor; kazı yardımcısına çok sinirlenmiş ve onu itmeye kalkmış. Koca adam itilir mi: “Şekerim, herifin yüzünden İkinci Bronz’a kadar düştüm”. Şemsiye Tepe’nin üstündeki 15. yüzyıl katmanından İkinci Bronz Çağı’na yuvarlanmak ne demek? Etraftan dinleyenlere “Yani 8 metre aşağı nehre doğru yuvarlanmış” diye tercüme yaptım. Biraz sonra antropolojiden Doç. Berna Alpagut’a “Şekerim, bulduğum bir çene kemiği var, galiba mamut, tam ağzına layık” dedi. Buradaki “ağzına layık”, “Senin inceleme ve yayınlamana uygun” demektir. Her şeyde “gürültüsüyle”, “neşesi” ve “kızgınlığıyla” kendine özgün bir karakterdi. Ne var ki iş çalışmaya gelince bir Prusyalı kesildiği de açıktı. Bu unutulmaz insanlar gittikçe camiamızda azalıyor. Muhibbe Darga da bu dünyadan anılarıyla ve eserleriyle öbür tarafa gidenlerin kervanına katıldı.
ÇANAKKALE TABYALARI SAHİPSİZ Mİ?
LAUBALİLİK SAYGISIZLIK
ÇANAKKALE Boğazı’nın girişinde yer alan Kumkale köyü sınırları içerisindeki Orhaniye Tabyası II. Abdülhamid tarafından Boğaz savunmasının yeniden ele alınması sırasında yaptırılmıştır (1889 yılı). Gerçekten de Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (1877-1878) sonra başlatılmasını arzu ettikleri sulh dönemi Yunan Muharebesi’yle (1897) kesilince bu revizyonun ne kadar önemli olduğu anlaşıldı. Orhaniye Tabyası enine boyuna Osmanlı-Rus Savaşı’nda General Todleben gibi mühendis komutanlarıyla karşımıza çıkan Rusya’nın uyandırdığı bir alarm neticesi ortaya çıktı. Tabya inşa tekniklerinde 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çok etkili olmuştur. Bizzat Plevne Savunması’nda Gazi Osman Paşa bu yöndeki başarısıyla da tanınır. Kumkale köyündeki Orhaniye Tabyası dönemi aksettiren bir yapı.
SAVAŞ ABİDESİ
Bütün Boğaz’ın bu gibi savunma tesislerinin kalıntılarıyla dolu olduğu malum. Bunların korunması bilhassa yapı malzemesinin olduğu gibi muhafazasına dikkat etmek gerekir. Oysa laubalilik oraya da sızmış ki paintball denen oyuncu taraftarları, renkli kurşun atımıyla iki takıma ayrılarak burada savaş oyunları tertipliyorlar. Rakibine isabet eden kurşun temas ettiği yerde patlıyor, patlayan hafif madde içinden sabit bir renk saçıyor. Ne var ki acemi atıcılar aynı şeyi tabyanın taşları ve topları üzerinde denemişler. Bunun bir saygısızlık olduğu açık. Siz Verdun ve Marne veya Sivastopol ve Minsk cephesindeki tabyaların böyle laubali bir şekilde kirletildiğini ve farklı amaçlar için kullanıldığını düşünebiliyor musunuz? 20. yüzyıl savaş tarihinin önemli abidelerinden biri olan Çanakkale’nin birçok yerinde bu tür densizlikler olabiliyor.
ŞÜKRANLIK KONUŞMA
Biliyorsunuz önümüzdeki hafta 18 Mart Çanakkale Zaferi kutlamalarına gireceğiz. Çanakkale Deniz Savaşı Nusrat mayın gemisinin (adı “Nusrat” diye telaffuz edilir) Boğaz’a döşediği mayınlarla başlamış sayılır. Ama koca zırhlıların ya batarak ya da ağır yarayla Çanakkale Boğazı’nın ağzından çekilmesi, karadan yapılan isabetli atışlar ve kahramanca savunmanın rolüyle tamamlandı. Tam da 18 Mart Zaferi’nin öncesinde duyulacak tatsız bir haber olduğunu söylemeliyim. Şahsen tanışmıyorum ama Çanakkale milletvekillerinden Bülent Öz’ün TBMM’de yaptığı gündem dışı konuşmayı ve ağır tenkidi ancak şükranla karşılarız.
Paylaş