Paylaş
4 Aralık Pazar günü, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’nin (Siyasal Bilgiler Fakültesi) 163. kuruluş yıldönümüydü. “Mülkiyeliler Tarihi” adlı kocaman biyografik eserin ve mekteb tarihinin yazarı Ali Çankaya’dan beri Uygur Kocabaşoğlu da ben de üzerinde ısrarla dururuz. Mektebin kuruluş tarihi yanlıştır; 1859’da çoktan kurulmuştu. Zira 1858’e tekabül eden tarihte muallim tayinlerinden kaydedilmiş. Mektebin yeri de belliydi. İlk önce mevcut bakanlıklardan birinin içinde iki odada (Maarif-i Umumiye) kurulmuştu. Sonra bilinen başka binalarda ve Yıldız’da bugünkü üniversite sahasında devam etti. İdareci; yani mülki amir, maliye müfettişi ve diplomat yetiştirmek için düşünülmüştü.
Yıldız Sarayı’nın, Mülkiye’ye ev sahipliği yaptığı döneme ait bir fotoğrafı.
BAŞARILI OLANLAR KADROYA ALINDI
1878 Aralık’ında Sultan II. Abdülhamid’in fermanıyla Sultani bir mekteb derecesinden (seçkin lise) yüksek tahsil veren bir okula çevrildi. II. Abdülhamid, Mülkiye mezunlarına önem veriyordu. Yıldız Sarayı’ndaki kadrolara her zaman mektebin derece ile mezun olanları almıştır. Şunu da söyleyelim; diğer nezaretlerde hissedilen hafiyelik ve sansür havası tabiatıyla Yıldız Sarayı’nda mabeynde yoktu. İsmail Müştak (Mayokan) üstadın hatıratında bu çok açıktır.
Mülkiye 1936’da Harbiye ile birlikte Ankara’ya nakledildi. Cebeci Çayırı’nda sonradan kurulan Devlet Konservatuvarı, eski Adliye Bakanlığı’nın içinde yer alan eski Hukuk Mektebi’nin nakliyle birlikte Cebeci semti başkentin irfan muhiti olarak teşekkül etti. Mülkiye talebesinin opera ve temsillere gitmesi, konser dinlemesi, mektebte adab-ı muaşeret kurallarına uygun olarak garsonların yaptığı servisle öğlen ve akşam yemeklerini yemesi usuldendi.
1936’da İstanbul’dan Ankara Cebeci’deki binasına taşınan okulun kampusu 1940’lı yıllarda böyle görünüyordu.
Vakti zamanında 40-50 kişinin alındığı okul 1983’ten sonra bütün sınıfların 1. sınıftan itibaren sekiz bölüme ayrılması gibi manasız bir sisteme döndü. Mülkiyeliler ilk iki sınıfı bir arada okur; sonra maliyeci, diplomat ve idareci şubelerine ayrılırlardı. İyi bir okuldu. Kendine göre eğlenceli ve modern bir havası vardı. Zira arkasından gelen yıllar mutlaka hayatlarının zor bir dönemidir. Türkiye’nin kasabalarında ve vilayetlerinde, Maliye Bakanlığı’nda ve taşralarda teftişle geçen bir ömür veya yurtdışında diplomasi hizmeti bizde çok kişinin sandığı gibi çok keyifli bir meslek değildir.
ÖZEL SEKTÖRE YÖNELİK DEĞİLDİ
1950’lilerden sonra mezunları yavaş yavaş özel sektöre kaymaya başladı. Ama Mülkiye hiçbir zaman Türkiye’nin gelişen özel sektörüne yönelik bir okul olmadı. Kontrolcü devletin elemanı olmayı tercih etmişlerdir. Bu aynı zamanda bir zihniyet meselesidir. Yorucu hayatlarının neticesini çok tuhaf bir olayla hatırlıyorum; 2005 yılında yaptığımız bir “ihtiyarlar, İnek Bayramı”nda gördük. İhtiyar dediğime bakmayın, henüz “60 yaşın altında olan” 67, 68, 69 mezunlarıyla yapılan bir İnek Bayramı’ydı. Bazılarını bildiğimiz, bazıları bizi şaşırtan haberlerle genç, sağlıklı meslektaşlarımızın, daha doğrusu okullu kardeşlerimizin yıllar önce aramızdan ayrıldığını gördük. Mülkiye’den sonra Maliye Bakanlığı’nda çalışırken Tıbbiye’ye giden ve mezuniyet töreninde bulunduğum Nursun bunlardan biriydi. Yakışıklı Kaymakam Erşan bir kazada vefat etmişti. Paris’te oturduğu ucuz apartmanda havagazı zehirlenmesiyle ölen Cengiz, muhtemelen gerilimli hayatın devirdiği Osman Tokcan... Geç İnek Bayramı’nın tertipçisi Macit “Oğlum, telefatımız yüzde 15” dedi. Aç ve çıplak okuyanımız yoktu; burslar devrine göre yeterliydi. Zaten çok fakir ailelerden gelenimiz de pek yoktu. Bana kalırsa okulun gaddar imtihan sistemiyle başlayan endişelerle dolu hayat; mezuniyetten sonra daha da sıkıntılı olarak devam etmişti.
Devletin hizmetkârı olmak; eğer doğru çalışırsan fevkalade önemlidir. Adliye’de ve idari yargıda çalışan yargıç arkadaşlarımız hakkında kötü bir şey duymadım. Dışişleri Bakanlığı’nda her zaman belirli bir portreyi temsil ettiler. Vilayetlerde Mülkiyeli kaymakam ve vali muavinlerinin sendeleyenlerine rastlamadım. Ben rastlamadıysam kimse de rastlamamıştır.
Doğrusu sağ sol kavgası sırasında jandarma nezaretinde aşağıda Taş Oda denen yerde imtihana giren ülkücülerden ileride devlet hayatında ayrım yapan, yolsuzluğa adı karışanını da duymadım. Daha da ilginci bu öğrenciler, “İmtihan kâğıtlarımızı okuyan solcu diye bildiğimiz hocaların hiçbirinin tarafgir gadrine uğramadık” dediler.
Devlet hayatımızda bilhassa milletvekilliği ve bakanlıkları dolduran değişik görüşten Mülkiyelilerin aklıselim etrafında birleştiğini gördük. Böyle bir mektebin; devlet aygıtının çalışması içinde ne kadar önemli olduğunu anladım.
ÖĞRENCİ SAYISI AZALTILMALI
* Bugün okulun öğrenci sayısı çok fazla artmış; bunun azaltılması gerekir. YÖK bazı yerlere çok müdahale ediyor; hukuk fakültelerine, hatta talebe sayısına müdahale etme hakkı olmayan Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bile müdahale ediyor. Bir an evvel usulünce koordinasyon görevini yürütemeyen bu kurumun kaldırılmasına artık kani oldum. Yüksek öğrenimi örgütleyen ve düzenleyen bakanlıklar başka ülkelerde var. Ama YÖK gibi nerelere gideceğini bilemeyeni yok. Bundan dolayı o organı da suçlayamayız. Birine doğru pusula verilmediyse ne olabilir ki.
Mülkiye gibi bir okulun, üniversiteden çok Fransa’daki Grandes écoles gibi; yani école Sciences Politique, École normale supérieure gibi ayrı bir ünite olarak düzenlenmesi gerekir. Bunun sadece idari, iktisat ve diplomasi ilmi için değil, devlet hayatı için önemi de ortadadır. Verdiğim Fransa örneğinin dışında, Rusya’da 1930’larda kurulan MGİMO (Milletler Arası İlişkiler Moskova Devlet Enstitüsü) gibi kurumların varlığı ve etkinliği buna delildir. İnsanlar Manchester’da siyaset bilimi okuyor, MGİMO’ya müracaat edip tahsile devam ediyor. Sovyetler Birliği’nde çok şey eskidi ve değişti; yeni Rusya’da MGİMO değişmeden kaliteyi koruyor. Mülkiye de çok uzun zaman böyleydi; halen de çabalıyor. O zaman gelin elinden tutalım. Bu, imparatorluktan kalma milli bir kurumumuzdur.
ZEYTİN AĞAÇLARI
BELLİ belirsiz haberler var. Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de köylüler zeytin ağaçlarının kesimine tepki göstermişler. Seferihisar’da ağaç kesiminden bahsediliyor; köylüler ayaklanıyor. Yıllardır bunları duyuyoruz, son haftalarda ağaç kesimleri daha da arttı.
Dünyada zeytin ve zeytinyağının kullanımı gittikçe artıyor. Bizim neslin gençliğinde Amerika’da, Rusya’da zeytin sadece ansiklopedilerde ismi geçen bir nebattı. Bugün bütün dünyanın buna ihtiyacı var. Dolayısıyla Türkiye’nin kötü kömürlerini çıkarmak için zeytinlikler harab edilemez. Termik santralı yapmak için illa zeytinlik alanının yok edilmesi gerekmiyor. Bunları mühendisler de söylüyor.
Ziraat Bakanı’mızın en son Yusufeli Barajı hakkında TV’deki programını izledik. Konusuna hâkim bir şekilde yapımı 10 yıl süren barajın hikâyesini ve faydalarını anlattı. Ama zeytinlikler üzerinde savunmaları bu kadar parlak değil. Bize zeytin ağaçlarının başka yere naklinden söz ediliyor. Zeytin ağacının başka yere nakliyle iş bitmez. Bu gülünçtür. Kestiğiniz zeytinliklerin içinde 200 yıllık anıt ağaçlar bile var ve köylülerin şikâyetlerini unutamıyorum, “Kendi zeytinimiz gidiyor, zeytinyağını bakkaldan alır duruma düştük” diyorlar.
Vatan toprağı kutsaldır; zeytin ağaçlarıyla iki kat kutsallaşır. Bir ziraat bakanından, üstelik Kahramanmaraş gibi zeytin üreten bir vilayetin yetiştirdiği ziraat profesöründen daha duyarlı bir demeç beklemek hakkımız.
Paylaş