Paylaş
KUYU, sevimli bir kangal yavrusu. Zaten kangallar öyledir. Hırçınlıkları ve saldırganlıkları kadar savunma güçleri de etkilidir ve çok sadık hayvanlardır. Anayurdu Sivas’ın Kangal’ıdır. Önüne gelenin kangal yavrularını daha emzirme dönemi olan üç ay bitmeden analarından alıp, olur olmaz sıcak iklimlere götürmeleri tam bilgisiz bir zıpırlık.
Hele bazı köpekseverler(!), köpekleri yavruyken alıp üç-dört ay sonra da bulundukları tatil bölgesinde sokağa atıp gidiyor. Nedense “Ben bununla uğraşamam” diyorlar. Köpek bakmanın zorluğu bu insanların aklına üç-dört ay sonra geliyor. İstanbul civarında, bilhassa Mahmut Şevket Paşa gibi ormanlık alanlar, bu şekilde terk edilen köpeklerle dolu. Dahası, köpekler sokağa intibak etmekte son derece başarısız hayvanlar.
Tatil beldelerinde terk edilen bu zavallı hayvanların durumuna baktığımızda bizde bazı kentli ve varlıklı zümrelerin hayvan düşman olduğunu görüyoruz. Hayvan düşmanı olmak için bir köpeği tekmelemek veya kovalamak şart değil, bazısı da severek sokağa atıyor.
DAHA ANLAYIŞLI OLUYORUZ
Bu hafta Beykoz’daki 60 metrelik bir sondaj çukuruna düşen yavru kangal kurtarıldı. Zavallıcık 13 gündür çukurun altındaymış. Kurtarılması mutluluk verici. Her kesimden, her semtten insanlar oraya koştu. Mahalli itfaiye kadar civardan da gelenler oldu. Fedakârca uğraşmaları yanında teknolojiyi de iyi kullandılar ve yavruyu kurtardılar.
Hayvan sevgisi bir zamandır artıyor ve hayvanları besleyenler, sokak hayvanlarına dikkat edenler, bu gibi kurtarma eylemlerini gerçekleştirenler kalabalıklaşıyor. Şehirlerdeki sahipsiz köpeklere gösterilen kötü muameleyi silen yeni bir görünüm bu.
Gerginliğin arttığı bir dönemde toplumumuzun bireylerinin insana ve farklı görüşü olan diğer yurttaşlara gösterdiği anlayış ve saygıda bir düzelme görülüyor. Hayvana karşı lüzumsuz ve yanlış bir taassupla davrananlarda bile bir değişim görülüyor. Bunlar sevindirici olaylar.
CAMİLERE KUŞ EVLERİ YAPAN BİR TOPLUMDUK
ESKİ toplumda, sokakları dolduran sahipsiz ve aç köpek sürüleriyle bilhassa kuduz tehlikesi nedeniyle çok şiddetli ve gaddarca mücadele edildiği olmuştur ama hayvana şefkat gösteren bir tutumumuz da vardı.
Camilerdeki kuş evleri, hatta yakın zamanda Bayezid Camii’nde bilgisiz bir restoratörün içini doldurduğu, kuşların su içmesi için yapılan oyuklar, hayvan yemi için vakfedilen paralar da bu tutumun güzel örnekleri... Geleneksel davranışlar değişiyor; yerini yeni muzır davranışlara terk ediyor. Hayvan haklarına saygı, bir insanlık görevi ve dini vecibe olmasının ötesinde, kirlenen dünyamızı ve yıkılan çevre düzenimizi korumak için vazgeçilmez bir toplum tavrı olmalıdır.
VATANINI TEKRAR GÖRDÜĞÜ İÇİN ŞÜKRAN DOLUYDU
2. Abdülhamid’in ve Gazi Osman Paşa’nın torunu Bülent Osman, Cumhuriyet’e ve Atatürk’ün değerlerine saygılıydı. Zeki ve çalışkan bir hanedan üyesiydi.
GEÇEN hafta kaybettiğimiz 2. Abdülhamid’in torunu Bülent Osman’ı ben Türkiye’de tanıdım. Ülkemizin değerlerine sahipti; onlara karşı saygılıydı. 2. Abdülhamid’in kızı Naime Sultan ile Gazi Osman Paşa’nın oğlu Kemalettin Paşa’nın torunudur. Babası Sultanzade Cahid Bey, annesi ise Levrens Hanım’dır.
Bülent Osman, Cumhuriyet’e ve Atatürk’ün değerlerine saygılıydı. Bununla beraber yetiştiği yıllarda annesinin ve kendisinin Türkiye’ye girmesi yasaktı. Osmanlı ailesinin bütün fertleri gibi o da gençlik yıllarında sıkıntı çekmişti. Fakat Gazi Osman Paşa’nın torunu olduğunu hiç unutmadı.
Çalışkanlık ve zekâsı sayesinde hanedan üyeleri içinde finansal açıdan en iyi noktalara ulaşanlardan oldu. Cömertti, dost canlısıydı, vatanını tekrar görüp yaşayabildiği için şükran doluydu.
Türkçesi dışarıda, bilhassa Fransa’da büyüyen gençlerimiz gibi aksanlıydı ama yeterliydi. Fransızcası ise mükemmeldi. Michelin lastiklerinin Uzak Asya Genel Müdürü’ydü. Galiba Hindiçin Savaşı’nda da göze çarpan bir yararlık gösterdiği için Fransız devleti ona nişan vermişti.
Eşi Jeanine de kendisi de Türkiye’de oturmaya dikkat gösterdiler. Türk vatandaşlığını da aldı. Salı günü Fatih Camii Haziresi’ne defnedildi. Fransa’da aldığı nişanların gereği kendisine tertiplenecek bir askeri töreni değil, dedelerinin yaptırdığı ve Gazi Osman Paşa’nın yattığı Fatih Camii’ndeki cenaze törenini tercih etmiştir.
Fotoğraf: Bülent ÖZALP
BU OLMADI SAYIN BAŞKANIM!
Kabataş’taki ‘Martı’ projesinde denize doğru uzatılan ve kazıklar üstüne inşa edilen transfer istasyonu, ‘tarihi yarımada’nın görünüşünü önemli ölçüde kesiyor.
BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanımız Kadir Bey gayretli ve mütevazı bir kişiliktir. Şahsen Topkapı Sarayı Müzesi’ni yönettiğim yıllarda, bağlı olduğumuz Kültür Bakanlığı’ndan görmediğimiz ianeyi, desteği onun sayesinde belediyeden gördük.
Küçümsenmeyecek hizmetleri var. Mesela uzak semtlerin ulaşım problemini çözen metro hatları gibi. Gülhane Parkı’nı cavalacoz bir yer olmaktan çıkardı. Hiç şüphesiz bu şehirde olan birtakım münasebetsiz yapılar ona mal edilemez. Fakat Haliç Köprüsü’nün biçimsizliği ve bilhassa Kabataş’taki martılı proje için aynı şeyi söyleyemeyiz. Hele denize doğru uzattıkları ve kazıklar çakarak üstüne inşa ettikleri transfer istasyonu; Dolmabahçe sahili, saraylar ve önünde muhteşem bir manzara halinde yatan Topkapı’yı, yarımadanın görünüşünü önemli ölçüde kesiyor. Sarayın yapılışına ve konumuna aykırı bir işlem. Maalesef başka müteşebbis(!) kafadarlar da Dolmabahçe Sarayı’nın önüne Savarona için girdili çıktılı kazıklı iskele çakmak gibi bir işgüzarlığa soyundu. Bu iki olay bütün yapılan olumlu işleri de silecek bir anı olarak kalır. Derhal durdurulması gerekir, İstanbul’un siluetini altüst etmesi bir yana bu projenin ulaşım için yararlı olamayacağını uzmanlar da defaatle söylüyor.
Paylaş