Paylaş
BİR yıl içinde üç kere Kazakistan turu yaptım. Bundan yıllarca evvel Almatı’dan geçip Asitane’de iki gün geçirmiştim. Kazakistan benim kitaptan, hatırattan dinlemeyi tercih ettiğim bir ülkeydi. Doğrusu Özbekistan’ın ruhu ve rüyaları dolduran abideleri, Fergana Vadisi’nin özlenen bereketi Kazakistan’ı hep bertaraf etmeme neden olmuştur. Son 10 ayda ise 3 kere gittim, Almatı’yı, Çimkent’i, Yesi’yi (yeni adıyla Türkistan’ı) Ahmet Yesevi’nin türbesini doymaz gözlerle ve düşüncelerle inceleme ve düşünme tiryakisi oldum.
ASRIN ÜLKESİ
Kazakistan bozkırda doğan bir medeniyet; hâlâ göçebeliğin özelliklerini ve tarzını muhafaza etmelerine rağmen değişim yaşayan bir ülke. Değişim yaşayan bütün halklar gibi zarafetle uyumsuzluk, parlak bir zekâyla birlikte saflık, beceriklilik ve marifet yanında, beceriksizlik ve bilgisizlik yan yana görülüyor. Kazakistan asrın ülkesi. Bu kavmin istediği olsa da olmasa da şimdiden ismi kalacak bir yer. Sovyetler Birliği’nin ilk devirlerine kadar Orta Asya’nın en göçebe ulusuydu ve at göçebeliğiyle geçinen bir kavmin bütün özelliklerini taşırlardı. Rusya’nın sanayileşmesi ve Sovyet teknolojisinin ve ziraatının Kazakistan’a el atmasıyla birlikte Rus nüfus da geldi. Göçerlerin toprağa yerleşmesi kolay değildir. Âdetlerin kavgasını yaşarlar, aile yapısı sarsıntılar geçirir. Fakat Kazaklar galiba klasik aile bağlarını korumayı becerdiler. Ülkenin çevresi değişir, hatta umulmadık hastalıklar çıkar.
SÜRGÜN GELENLER
Viyana Üniversitesi’nin ünlü tarihçilerinden bir müddet hocalığımı yapan ve her zaman dostluğunu hatırlayacağım müteveffa Prof. Walter Leitsch çocukluğunu Kazakistan’da geçirmiş. Daha doğrusu Alman istilası karşısında Avrupa Rusyası’nın sanayi tesisleri, bazı müzeleri, hatta âlim ve sanatçıları yanında, ırkî imha tehdidi altındaki Hitler Almanyası’ndan kaçan Yahudiler ve bunların aksine Almanlarla muhtemelen işbirliği yapacak Volga Almanları ve onların aksine Nazilerin imha etmesi tehlikesi altında bulunan Baltık ve Avrupa’daki Yahudi veya Yahudi karışımlı kavimler de tedbir için Kazakistan’a sürülmüştü. Genç Walter Leitsch orada Rusça öğrendi ve sıcak duygular beslediği Kazakları inceledi. Saf göçerlik hayata devam edebilir ama çok kötü olaylara da maruz kalabilir. Mesela toprağa yerleştirilenlerin arasında tüberküloz ve frengi salgını bile baş göstermişti. Alkol, Sibirya ve Orta Asya halklarının maruz kaldığı en önemli menfi alışkanlıktır. Bunu yeni dönemin kapitalizmi ve menajerlik disiplini bir ölçüde değiştirebilirse ne âlâ ama Kazaklar etrafa göre ciddi bir ulus.
İlber Ortaylı Kazakistan’ın güneyinde Otrar’da, Emir Timur’un 36 yıllık bir saltanattan sonra, 1405 Şubat’ında öldüğü topraklarda...
KAZAKÇA DUYULMUYOR
Parlamentodaki görüşmeleri televizyondan takip ettim. İç açıcı olmayan bir görünüm, bütün mebuslar Rusça görüşüyor. Parlamentoda dahi Kazakça duymak mümkün değil ama madalyonun öbür yüzü; bu derecede temiz, parlak bir Rusça ne başka halkların arasında (Ermeniler, Gürcüler ve Baltıklılar) ne de hatta Rusya dumasında bile duyulmaz. Belki Azerbaycan ve Kazan Tataristanı istisnasıdır. Bir çelişki, zamanla eriyip gitse de Rus dilini en iyi muhafaza eden eski Sovyetler Birliği üyeleri Türk halkları olacak. Ayakta kalmak, Sovyet rejimine intibak etmek için güzel Rusça öğrenmişler. Nitekim Türkçe ve İngilizce öğrenen kazak gençlerin de çok başarılı ve mükemmele adım atan cinsten olduğunu gördüm.
ALLAH VERGİSİ COĞRAFYA
Kazakistan dünyanın en geniş topraklara sahip dokuzuncu ülkesi durumunda fakat nüfus itibariyle yoğunluğun en düşük olanlarından. Coğrafya çok değişik; güneydeki Tanrı Dağları ve Altay Dağları’nın dışında geniş bereketli ovalar hâkim ve insanlar buralarda yoğun tekniklerin kullanıldığı bir ziraat ve hayvancılık yapmaya lüzum görmüyorlar. Hudayinabit (Allah vergisi) az zahmetle kendiliğinden yetişen arpa, buğday, doğal enerji kaynakları zenginliği getiriyor. Sovyet coğrafyasının değişimi de en az sıkıntıyla geçiştiren ülkesi. Otoriter bir rejim yapısı var ama bunaltıcı ve gaddar hiçbir zaman olmadı. Kavim her şeye müsait, gürül gürül akan ırmakların, yeşil steplerin yanında çorak bozkır ve çöl de var. Tevfik Fikret’in Nef’i için yazdığı mersiyedeki gibi (Öyle bir nehr-i muazzam gibi cûş etmişsin / Fakat, eyvah, çorak yerde akıp gitmişsin!)
ASTANA BİR KÜLTÜR ŞEHRİ
Kazakistan’da coşan, akan nehirlerin bir müddet sonra çölde buharlaşıp kaybolduğunu da görüyorsunuz. Bunları tutmak için şimdilik baraj ve suni gölet gibi tedbirler çok yavaş ilerliyor, demek ihtiyaç hissedilmiyor.
Kuzeyde inşa edilen yeni başkent Astana çok masrafa mal oldu. Bir maket şehir gibi ama bir kültür merkezi. Uluslararası Nazarbayev Üniversitesi, şehrin operası ve konser salonu işleyişleriyle ve verdikleri itibarla bütün şark âleminin çok üstünde. Bir milyonu geçen nüfusuyla eski başkent Almatı şaşılacak derecede kendine özgü eski Sovyet cumhuriyetlerinden, Moskova dahil hiçbirinde rastlanmayacak kadar cıvıl cıvıl hem garp kültürünün kurumlarını, hem hayat tarzınızı, hem de şarkı içinde barındıran bir şehir.
NAZARBAYEV’İN ‘TURAN’I
Nazarbayev güneye önem veriyor, iki hafta önce imzaladığı kararname ile en güneydeki eyaletin adını Turan’a çevirdi. Başkent Çimkent ki 800 bin nüfusla üçüncü şehir iken ayrı bir özerk statü verilip eyalet başkenti Yesi yani şimdiki adıyla Türkistan oldu. Yesi’ye gittiğiniz zaman bir orta Anadolu şehrinin zenginleşme halini görüyorsunuz ama aynı zamanda da imkânsızlığını. Her zaman için bu şehrin ortasında Timur’un 1389 yılında yaptırdığı muhteşem Hoca Ahmet Yesevi Türbesi yer alıyor. Şehrin biraz ötesinde de Ahmet Yesevi’nin hocası olan Arslan Baba’nın türbesi ve camisi var. Bu masmavi çiniler, güney Kazakistan bozkırının ortasında bütün heybetiyle yükseliyor. Bir zaman çok tenkit edilmişti, Türkiye üniversiteyi neden Özbekistan sınırında, başkent Taşkent’in yakınına kurdu diye. Doğrusu üniversitenin çalışması konusunda büyük zorlukları vardı. Fakat şimdi isabetli karar olduğu anlaşıldı çünkü koca eyaletin yeni başkentinde tek üniversite Türkiye-Kazakistan ortak kuruluşu olan Ahmet Yesevi Üniversitesi. Kurumun geleceği de bunun için parlak. Bunu muhterem rektörle konuşmamızda tespit edebildik.
KUSUR DA VAR MEZİYET DE
Kazakistan coşan bir coğrafya; bu toplumun kusurları da var, her toplumda rastlanmayan meziyetleri de. İnşallah Nef’i’ye ithaf edilen şiirdeki gibi sönüp giden değil yoluna aynı coşkuyla ve bollukla devam eden bir ülke olarak yol alır. Galiba bütün Doğu coğrafyasında Türkiye’ye en yakın boyutlar gösteren üç ülkeden biri.
KOLEKSİYONU DEMİRÖREN GALERİSİ OLMALI
GEÇEN pazar Fatih Camisi’ndeki dini törenden sonra Zincirlikuyu’ya defnedilen Erdoğan Demirören Bey’in basındaki bazı röportajlarda da belirttiği üzere zengin bir koleksiyonu vardı. Erdoğan Demirören hayat boyu sanat eserleriyle ilgileniyordu. Saint Benoît mezunudur. Yurtiçi ve yurtdışındaki kitap müzayedelerden derlediği nadir eserlerden oluşan bir kütüphanesi de vardı. Koleksiyonu ise kumaş, mobilya, sedef gibi objelerin, hat ve fermanların yanında asıl önemlisi; Batılılaşan klasik Türk resminin Hoca Ali Rıza, Osman Hamdi Bey, Halil Paşa, Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekai Paşa gibi ünlülerinden Zonaro gibi İstanbul’daki yabancı uyruklu ressamlardan ve Osmanlı Türkiyesi’ni resmeden yabancıların eserlerinden büyük tablolar içeriyor. Bu nadide koleksiyonun bir an evvel Demirören ismini taşıyan bir galeriye veya devlet galerisindeki bir seksiyonda toplanmasında tarihçiliğimiz ve sanat tarihçiliğimiz için büyük önem arz etiği açık. Başsağlığı dilediğimiz ailesini muhakkak güç bir görevin beklediği açık.
Paylaş