Paylaş
Henüz 27 yaşında İtalya’daki Direktuvar ordularının Başkomutanı, Mısır’da Büyük İskender’in hedeflerini izleyen, Fransa’da ihtilalin yatıştığını iddia eden Direktuvar’ın (ülkenin yönetici kurulu) içine girdiği girdabı durduran, Cumhuriyetçiliğine rağmen yakın dostlarıyla bile (Madame Germaine de Staël) çatışmaya düşen, resmi unvanıyla Fransa’nın değil Fransızların imparatoru!
YENİ BİR ROMA İMPARATORU
Monarşinin bütün âdetlerini kaldırdığı gibi kendini yeni bir Roma imparatoru gibi öne süren, Fransız yaşamına, zevkine ve mimarisine Roma taklidi ampir üslubu getirilmesine ön ayak olan, monarşinin belirlediği birtakım kanunları (medeni kanunu) yeni bir veçheyle ileri süren, İtalya’da kazandığı zaferlerle aynı ülkede onun ardından yenilenlerin kaybını telafi eden, ailesini yeni Fransa İmparatorluğu’nun kralları olarak tahtalara çıkaran ama bir yandan da ihtilalci Cumhuriyet’in bazı hedeflerini tereddütsüz gerçekleştiren, Yahudilerin emansipasyonu, vatandaşlık hukukunun geliştirilmesine çalışan, 1812’deki Rusya mağlubiyetinden, daha doğrusu Rusya’nın gerilla savaşı ve “general kış”tan dolayı, mağlup ve perişan bir halde dönen, Mısır’da İngiliz tarihinin büyük amirali Horatio Nelson’a yenilen (Abukir 1799), 1815 Viyana Kongresi Fransa’yı yeniden düzenlerken aniden Waterloo’da karşısına çıkanlara karşı daha mağlup olan bedbaht ve hüzün içinde St. Helena’ya giden İmparator...
Aslında İspanya Seferi ve işgalin ardından gelen yenilgisi Bonaparte’ın talih gemisinin çarptığı ilk kayalıktı. Ardından da başarıya ulaşamayan kıta ablukası (blocus continental) yani İngiltere’nin sözde ekonomik kuşatma altına alınması bir vodvil olarak bitti.
Napoléon Bonaparte hâlâ Fransa’da Fransız demokrasinin çıkmaz sokaklarına ve kraliyetin yani Bourbonların Fransa tarihinden çekilmesini isteyen monarşi taraftarlarına önderlik eden bir siluet. Kralcılar hâlâ Bonaparte’den nefret ederler, hatta ‘Kırmızı Külahlılar’ın başı dedikleri Maximilien Robespierre kadar...
Napoléon askeri tarihin de diplomasi tarihinin de tartışılmakla bitmeyen konu ve portresi. Hakkında kaynaklar çok, yorumlar çok ters. “İstanbul’u geleceğin Doğu ve Batı medeniyetinin kaynaştığı başkent olarak” nitelemiş. Ama şunu da söylemek lazım gelir ki Osmanlı İmparatorluğu Napoléon’un Avrupa’daki neredeyse tek müttefikiydi. Onun düşmanlığını kazandığı Mısır Seferi’den sonra Rusya ile Osmanlı’nın bir araya gelerek ittifak yapmasına neden olan tek kuvvet de oydu. 1800-1801 ittifakı Yunanistan’a gelecekteki Adriyatik’teki İyon Adalarının hediyesini sağladı. İki kuvvet burada bir Cumhuriyet kurmuştu. (Bunun adı: Cezayir-i Seb’a-i Muctemi’a Cumhuri idi.)
2014’TE YAYIMLANDI
İtalya, Napoléon’dan önce ve sonra onun izlerini taşır. Zira Napoléon bir Korsikalıdır. İtalya onun içindedir. Ama İtalya hâkimiyeti Korsikalıları ve İtalyanları yaralamıştır. İtalya kültürü Fransa’ya daha çok ve yeniden girmiştir. Bunun yanında İtalya’da da Fransa yerleşmiştir.
Andrew Roberts’in “Napoléon” adlı eseri ilk olarak 2014’te yayımlandı. 33 bin mektup ve evrak inceleyen yazar 21. yüzyılın Britanya tarihçiliğine, dünyaya ve Avrupa’ya yeni yorumlar getiren verilerle katılıyor. Bu yorumlar Fransa’nın Anales ekolü kadar çarpıcı gelmese bile her şeyden evvel çalışkanlık ve üslubla okuyucu sürüklüyor. Andrew Roberts’in bu çok okunan “Napoléon” eseri 1000 sayfayı aşkın bir tercüme ve metinle (Tercüme: Barbaros Uzunköprü) geçtiğimiz ay Türk tarih okuyucularının önüne çıktı. Bunu birlikte çalıştığım Kronik Kitap’ı iftiharla tebrik ederek belirtiyorum; bu reklamın ötesinde bir takdirdir. Gençliğimizde Avrupa veya dünya tarihinden böyle bir tercüme yapılıp basılması hayal edilemezdi. Napoléon üzerine ilk değil ama şu ana kadar neşredilen en ağır çalışma.
AVRUPA’YI DEĞİŞTİRDİ
18. asrın sonunda genç generalin İtalya mağlubiyeti, Direktuvar’ın yolsuzlukları ve başarısızlıklarıyla gölgelendi. Maalesef çağımızın Cumhuriyetleri denen; yani Fransa Cumhuriyetlerin bütün güzellikleri yanında bütün hastalıklarını da öncü olarak taşıyordu. Şüphesiz ki onun diktatör idaresi ve bir Romalı diktatör gibi (diktatör ifadesi Roma’da bir hakaret, küçümseme değil gerçek bir devlet adamı vasfıydı) Fransa’yı derledi topladı. Bütün tatsız yanlarına rağmen Avrupa kıtasını da eski dünyadan yeniye sürükledi. Arkasından Viyana Kongresi (1815) ile gelen monarşist restorasyon artık başarılı olamayacaktı. Modern Avrupa’ya çehresini kazandıran bir politikacının ve askerin mahiyetindeki dürüst veya oportünist, komplocu veya sadık bütün mensuplarına rağmen Bonapartist başarılı kadronun hikâyesini burada görmek mümkün. Sıkılmadan, yavaş yavaş okunacak bir kitap ve iyi bir tercüme.
Özellikle Napoléon’un Mısır macerası bu kitapta ele alınmış. Herhangi bir Avrupa tarihçisinde karşılaşılacak bazı eksiklikler burada da söz konusu. Batılı tarihçiler için Osmanlı ve Mısır kaynaklarını incelemek zor, kitabın dipnotlarına baktığımız zaman bunu farkediyoruz. Şunu söylemek gerekir ki Avrupa arşivlerindeki kaynaklar bu konuya da bir katkı sunuyor. Hiç şüphesiz ki okuyucumuzun bu bölümü okuması Osmanlı modernleşme tarihini anlaması bakımından da yardımcı olacaktır.
MENFUR SALDIRI
Sayın Ersin Tatar Londra’da Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak Kıbrıs sorununu anlatmak hususunda bir konferansa davet edildi. En basit anlamdaki söz hakkını Londra’daki Kıbrıslı Rumlar Yunan bayrakları ve Güney Kıbrıs’ın bayrağıyla protesto ettiler. Kalabalık değillerdi. “Kıbrıs Rum’dur, Tatar’a ölüm” sloganları iki dünya arasındaki iptidai Balkan milliyetçiliklerini yansıtan bir slogan.
Kıta Yunanistan idaresinin en kritik zamanda deprem felaketi meydana gelince ne olursa olsun Türkiye’nin yardımına gösterişsiz bir şekilde koştuğu hatta afetlerden sorumlu Yunan bakanın neredeyse sabaha kadar Türk Büyükelçiliği’nde konaklayarak yardım faaliyetini yürüttüğü bir dönemde Kıbrıslı Rumların ne kadar dünyadan ve kendi dünyalarından habersiz oldukları ve garip bir stratejik hata içinde düştükleri anlaşılıyor. Aynı stratejik hatayı bu bihaber ve biidrak tutumlarından dolayı Annan planının oylamasında da gerçekleştirdiler. Cehalet rakibin işine yarıyor.
Kim ne derse desin, kıta Yunanistan’daki politikacı ve devlet adamlarının kalitesinin onda biri Kıbrıslı Rum politikacılarda yok. Bu provokasyona anında 150 kişilik bir Türk kalabalığı karşı cevap verebilir ve kavga çıkartabilirdi. Böyle ucuz provokasyona gelmediler. Cumhurbaşkanı’mızı konferans salonunun kapısında karşıladılar. Sayın Tatar mütevazı ve soğukkanlı kişiliğiyle burada da karşımızdaydı. Kendisine geçmiş olsun diyoruz.
Paylaş