Paylaş
Şark’ta veya Garp’ta biraz mektep görmüş insanların hangisine sorsanız, size büyük bir hekimden söz eder ama hekimin temel eserlerinden söz etmesi daha zordur. Bazıları onun El-Kanun fi’t-Tıb kitabının “kanun” yani temel olduğunu bilir. “Arap” diyenler vardır, biz Türk diyoruz. En ünlü tıp fakültemizin hastanesine onun adını verirken böyle bir yaklaşımımız oldu.
FARS DİLİ ANADİLİ
Modern anlamıyla İranlı değildir ama Fars dili anadilidir. Zira bugünkü Orta Asya, ilk ve orta çağlarda Farsça konuşulan (Darî) bir bölgeydi. İşin ilginci İbn-i Sina Yunan felsefesini ve mantık sistemlerini derinlemesine tetkik etmiş ve çok önemli şerhlerle geliştirmiştir. Porphyrios’un Isagoge adlı eserinin İbn-i Sinâ şerhi “Îsâgûcî” başlığıyla biliniyor. Astronomide ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Ptholemaios’un (Batlamyus) Almagest’i onun Mecisdisi’nin konusudur. Hint aritmetiği okumuştur, bu, sıfıra operasyonel değer veren modern sisteme geçişin İslam dünyasına ve Batı’ya aktarılmasıdır. İbn-i Sina “Avicenna” diye biliniyor; telaffuzda kolaylarına öyle geldiği için; tıpkı diğer Doğulu büyük filozoflar İbn-i Rüşd; Averroes veya İbn-i Gabirol gibi...
İSMAİLİLERİN İÇİNDE
Geleneksel toplumun en tipik temsilcisidir. 10. miladi asırda 980 yılında (Hicri 370) Buhara yakınındaki Efşene köyünde doğdu. Biyografisini dikkatle yazdırmıştır. Ortaçağın dünyasında ister İslam ister Endülüs ve Avrupa olsun İbn-i Sina veya Batı telaffuzuyla Avicenna, filozofların “meliki” yani “prensi” olarak bilinir. Bugün İsmailiye mezhebinin mensupları ona haklı olarak sahip çıkıyorlar, çünkü babadan kalan bir seçimle İsmaililerin içindedir. Hayatı boyunca seçkin hocalardan ders gördü ve onlardan öğrendiklerini çok çabuk hazmedip geliştirdi. Kendi ikliminden, ülkesinden olan El Farabi’nin şerhlerini her zaman takdir ettiği biliniyor.
KARŞI ÇIKANLAR OLDU
İran’da, Orta Asya’da hükümdarların ilmi ve felsefi anlamda takdirini hatta hayranlığını kazandığı gibi, hazık bir hekim olarak tedavileriyle de tanındı. Hayatının son döneminde bugünkü İran’ın Azerbaycan ve Hazar bölgesinde Buveyhi hükümdarlarının sarayında kaldı, onların hekimliğini ve hocalığını da yaptı. Düşüncelerine karşı isyan edenler oldu, ama kendisini koruyan da çıktı, bu nedenle Buveyhi hükümdarı Şemsüddevle’nin hem hekimi hem de veziri olmuştur. Onun tıp talebelerine okuttuğu eş-Şifâ ve El Kanun Fi’t Tıb gibi eserleri uzun asırlar boyunca hem özgün hem de Latince tercümeleriyle Şark ve Garp’ta baş köşedeydi. Bizde Şemseddin Günaltay, Nihat Keklik, Mübahat Küyel ve Hilmi Ziya Ülken’in eserleri bu konuda başvurulacak kaynaklardır. Hiç şüphesiz Doğu dünyasının kendinden önce ve sonrakileri geçen son parlak bilim adamı ve filozofu İbn-i Sina’dır. Timurlular devri Türkistan’ında ondan sonraki gelişmeleri devam ettirenler ancak astronomi ve coğrafya alanında çalışanlardır.
İbn-i Sina, İsfahan’ın Gazneli Sultan Mesud tarafından alınıp bizzat evinin ve kütüphanesinin yağmalanması üzerine Hemedan’a sığındı ve kısa zaman sonra da orada öldü. Bugün Hemedan’da 1950’lerde dikilen büyük, modern tarzdaki devasa kümbet onun anısını yaşatır. Her yıl, yılın en uzun gününde İbn-i Sina’nın anılması adeta ilginç bir tesadüftür.
FATİH'İN PORTRESİ
Fatih Sultan Mehmed’in çok bilinen bir portresi 25 Haziran’da Londra’da açık arttırmaya çıktı. Portre imzasız fakat Bellini’ye ait olduğu kuvvetle muhtemel. Son satın alandan sonra beşinci yılda tekrar müzayedeye kondu. Bakalım Türkiye’ye gelebilecek mi derken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu’nun açıklamasıyla İstanbul fatihinin portresinin belediyemizin mülküne girdiği haberini aldık.
GÖZDE VELİAHT ADAYI
Portrede Fatih’in karşısındaki şehzade ise Cem’dir. İkonografik yani resim değerini tartışmanın dışında Cem Sultan’ın Fatih’in tutacağı gözde bir veliaht adayı olduğu düşünülebilir. Bildiğimiz gibi sefer başlangıcında Fatih Sultan Mehmed’in Gebze sahrasındaki ani ölümü ve bu ölüm gizlenemeden, Amasya’dan Şehzade Bayezid’in yetişememesi dolayısıyla, Cem’i tutan yeniçeriler ayaklanmış ve memleket bir iç harbe girmişti. İç harpte Bayezid’i tutanlar tarafından yenilgiye uğrayan Şehzade Cem önce Rodos’ta Malta Şövalyeleri’ne sonra onların eliyle papalığa devredildi. Rehin şehzadenin hazin ölümü tarihin malumudur ama tarihyazımında dikkat çeken bir unsurdur, Osmanlı veraset sisteminin sağlam temellere dayanmaması, bazen hükümdarın kendisine halef seçmesini bile imkânsız kılmaktadır. Bazen de vârislerin dahi pek istekli olmadığı iç savaşlar aniden kışkırtma dolayısıyla ortaya çıkmaktadır. Cem Sultan vakası ve bir de II. Osman’ın feci akıbeti tarihi bilmeyen Osmanlı hanedan üyelerinin bile dehşetle hatırladığı iki anıdır ve Osmanlı veraset sisteminde tahta geçişteki şiddetli olayların mantığını açıklamaktadır. Bu portrenin, Bellini’nin diğer Fatih portresinin akıbetine uğramaması için Türkiye’de bir kurum tarafından satın alınması hayırlı olmuştur.
BELLINI’Yİ İSTEMİŞTİ
Fatih Türk padişahları içinde şehzadeliğinden beri akademik resimle çok ilgilenen hatta kendi kömür kalem çalışmaları bulunan bir hükümdardır. İtalyan Rönesansı’nın ustalarına duyduğu yakın ilgi, hatta bunlardan Gentile Bellini’yi Venedik Senatosu’ndan istemesi ve ressamın padişahın ömrünün son iki yılında gelip onun bazı portrelerini yapması, bu tabloların değerini arttırır. Ne yazık ki gerek topladığı klasik heykeller, gerekse yaptırdığı bu gibi portreler Osmanlı sarayından yok olmuştur. Bunun kasıtlı ve planlı bir elden çıkarma olduğu açıktır. Nedenini zihniyet diye açıklamak kolaycılık olur, 15. asrın sonunu iyi bilen, vakanüvis İbn-i Kemal’in tarihindeki ilgili pasaja bakılması tavsiye olunur.
Heykelde ise ta 20. asra kadar devam eden bir çekilme vardır. Heykelini yaptıran Sultan Abdülaziz’in bu heykeli maalesef bodrumlarda saklanarak bu vakte kadar gelmiştir, resimlerini ise dış dünyadaki saklanmaya ve muhafazaya borçluyuz. III. Selim’e kadar klasik anlamda portresini yaptıran, devletin mülkiyetinde saklanıp bu devre kadar gelmesini sağlayan bir başka hükümdarımız Kanuni Sultan Süleyman’dır.
Paylaş