Paylaş
Fİlİstİn milattan önce 14 binlerden beri yerleşik kavimlerin bulunduğu bir yer. Bazı kaynaklar milattan önceki 11. yüzyılda Amâlika denen Sami kavmin burada yaşadığını ileri sürüyor. Bu kavmin bu coğrafyada ne kadar yayıldığı tartışılabilir.
EN KARANLIK DÖNEM
Milattan önce 12. yüzyıl, bütün Doğu Akdeniz tarihinin en karanlık devridir. Kimlerin nereden geldiği hâlâ tartışılıyor. Daha evvelki kavim “Paleziler” denen, daha sonra “Filistler” diye çevrilen Filistinlilerdi. Bu kavmin dilinin Sami dil olmadığı İndo-Avrupa’ya ait olduğu da ileri sürülüyor. Görüldüğü üzere filolojinin sabit bilgiler edinemediği bir devir.
Ama asıl Samileşme demek ki milattan önce 11. yüzyılda başlıyor ve bu devre kadar geliyor. İbraniler, yani İsrailoğullarının geliş noktası da Tevrat bilgilerinin dışında pozitif arkeoloji ve tarih açısından tartışmalıdır. Ancak realite ortadadır. Milattan önce 10. yüzyıl, yani 972 ve 932 arası Hz. Davud -Yahudilerin peygamberi ve hükümdarı Müslümanların da halife olarak kabul ettiği isim- ve sonra onun oğlu Hz. Süleyman’ın burada hâkim olduğu bir gerçek.
Asıl önemlisi miladın 1. yüzyılında Yahudilerin Roma’ya karşı çıkardıkları Bar Kohba İsyanı ardından Romalıların bazı Yahudi prenslerle işbirliği yaparak bölgeyi tamamen kendi ellerine aldıkları ve özerkliğini kaldırdıkları bir gerçektir. Ünlü laik Yahudi tarihçisi Titus Flavius Josephus bu isyanı Romalıların yanında hareketi bastırmak için katıldı. Sebebini de kavminin tamamen ortadan kaldırılmasını önlemek diye açıklamıştır. Ama dönem için onun bilgisine sahibiz.
Filistin’in bugünü Roma, Bizans döneminden sonra Müslüman Arap fetihleri bilhassa Komutan Amr bin Âs’ın burayı da Mısır ile birlikte fethetmesiyle başlar. Hz. İsa döneminde İbrancanın dil ve edebiyatta, Aramcanın günlük lisanda kullanıldığı malum. Artık Araplaşma dönemi başlamıştır. Bizim medeniyet tarihinde gözden kaçırdığımız bir nokta var: Filistin’de Yunan veya Latin dilinin kültürel hâkimiyet kurması Arap fethinden öncedir ve Batı’daki Hristiyan Helen Yahudi uygarlığının başat bir terim olarak kullanılmasının kabul edilemeyeceğini gösterir. Zira Yunancada, Hristiyanlıkta Doğu Akdeniz, Küçük Asya ve Mısır’da bugünkü Avrupa’dan çok daha evvel yerleşmiştir.
Roma devrinin ardından kalan manzara şu: Filistin’deki Yahudi toplumunun büyük bir çoğunluğu imparatorluğun dört tarafına dağılmıştır. Daha evvelden İskenderiye ve Ege Bölgesi’nde, Fırat havzasında yaşayanların üstüne Yunanistan’a, İtalya’ya ve giderayak İspanya’ya doğru bir akım vardır. Diasporadaki Yahudilerin bir müddet sonra Pireneleri aşarak bugünkü Fransa’ya geçtikleri, dolayısıyla Seferad İspanya tipi bir dönemin üstüne Selfati (Fransalı) ve Eşkinazi (Almanyalı) bir dönemin geldiği görülür. Esas olarak bu devir, bu ünlü göç Endülüs İspanyası sonrasıdır. Endülüs’te Müslümanlar ve Yahudiler İspanya’da çok önemli bir işbirliğiyle bir Rönesans devri başlatmışlardı.
400 SENELİK SULH DEVRİ
Filistin’in en hadisesiz dönemi Memlûklar ve Osmanlılar dönemine aittir. Memlûkların 1516 seferinden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından bu bölgeden uzaklaştırılmasıyla Osmanlı hâkimiyeti başlar, 400 sene devam eder. Bu 400 sene sulh ve sükûn devridir. Dönem içerisinde bölgede çok az ilave Yahudi yerleşmiştir. Bununla birlikte Yahudiler de ilk kahhar cemaatlerinin de Safad ve Yude dediğimiz Tiberya Gölü civarı ve Kudüs’te görüldüğü açıktır.
Asıl Yahudi göçü Siyonist laik milliyetçilikten sonra 19. yüzyılda görülür. Özellikle Rusya-Polonya bölgesinden Rusya’nın anti-Semit politikasından kaçanlar, Doğu Avrupa ülkelerinden gelenler, burada eski Sefarad ya da Mizrai Yahudilerinin yanında önemli bir ölçüde Eşkinaz Yahudi cemaatlerinin yerleşmesine ve gelişmesine neden oldular. Bölgedeki Araplarla kolonizatör Yahudiler arasındaki ilk ilişkiler burada başladı.
Çatışmadan çok kolonist Yahudilerin ziraat için toprak alıp yerleşmelerini, ilk kültür kurumlarını Hayfa Teknionu’nu ve Yeruşalim’de kiliseyi kurmalarından sonra başlar. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı’ndan evvel bölgede çok kalabalık, hâkim bir Yahudi ekseriyeti yoktur. 1917’den sonra Lord Balfour’un deklarasyonu ile bölgenin Yahudilerine bir bölge vadedildiği açıktır. Bu bilhassa iki dünya savaşı arasındaki Avrupa’dan Yahudi göçünü hızlandırdı. Savaşın bitimiyle bu göç daha da arttı. İngiltere başta, Yahudi dostu bir idare takip etmesine rağmen mandacılık devrinin ikinci yarısında bu politikayı terk etmiştir. Hatta gelen Yahudilerin bir kısmını almamak gibi bir tedbire girişmiştir.
1967’deki Altı Gün Savaşı’nda bu bölgeler alındı. Amerika Birleşik Devletleri’nin ancak bu safhadan itibaren İsrail’in genişlemesini kendi Orta Doğu’da genişlemesi açısından çok yerinde buldu. İsrail’i tanıyan diğer devletlerin böyle bir politikayı pek teşvik etmedikleri ama artık bölgede kurulan İsrail’i tanıdıkları görülüyor. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri Sovyet Rusya dahil olmak üzere ve Türkiye gibi San Francisco Konferansı’na katılanlar bunların başında gelir. Uzun yıllar Arap dünyası Türkiye’nin bu tanıma işlemini tenkit ettiler fakat sonunda, özellikle 1967 yılındaki savaştan sonra kendilerinin bu süreçten kaçınması mümkün olmadı. Hatta Yom Kippur’dan, yani Mısır-İsrail çatışmasından sonra Mısır’ın Sina’da bazı yerleri alması ama Gazze Şeridi’ni tekrardan ele geçirememesi dolayısıyla İsrail ile karşılıklı ilişkiye girmesinden başka çare olmadığı görüldü. Asıl hazin unsur 1970’te Ürdün Filistin Krallığı dediğimiz, yani Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü elinde bulunduran Ürdün’ün buradan ani çekilişidir. Bugünden itibaren Arap dünyası ve İsrail arasındaki çatışma dünyada da çeşitli muhitlerde bir şekilde karşılığını bulmuştur.
OLAN MASUMLARA OLUYOR
En önemli unsur yeni toprakların ele geçirilmesi sırasında birtakım Yahudilerin kendi kılıklarıyla ve Siyonistlerin dışından Avrupa-Amerika Yahudilerinin burada ortaya çıkması yeni bir görünümdür. İsrail’de kalan Filistinliler, Filistin vatandaşı, yeni işgal edilen topraklardakiler işgal bölgesi statüsü altında yaşıyorlar. Buna Batı Şeria ve Gazze de dahildir. Yaratacağı ve yaratmakta olduğu sıkıntı herkesin malumudur. İki tarafın savaşı terör savaşıdır. Bunun masum insanlara ve çocuklarına mal olduğu açıktır. İsrail’de hiç şüphesiz ki Altı Gün Savaşı’ndan elde edilen toprakların Filistin Devleti’ne terk edilmesine savunanlar vardır. Hatta Yahudi toplumu içinden Ortodoks mezhepler mensuplarının yeni devletin, Siyonist devletin dolayısıyla Tevrat’ta gösterilmeyen ve hak edilmeyen bir role soyunduğu ve tehlike teşkil edeceğini düşünenler vardır.
İsrail anayasası itibariyle laik bir devlet değildir. Yurttaşlık hakları anadan geçen ve tercihen hem ananın hem de babanın Yahudi olduğu ırsiyet ile mümkündür. Ayrıca her Yahudi bu devletin tabii üyesidir; vatandaşıdır. Bununla birlikte İsrail toplumunun Batı Avrupa ve Amerika’daki hayat tecrübeleri, Sovyetler Birliği’nden gelenlerde sosyalist görüşlerin bulunmasıyla laik bir yaşam tarzını benimseyenler ve bu yolda politika güdenler vardır. Dolayısıyla Orta Doğu’nun en modern, laisizme yatkın toplumlarından biridir, denebilir.
Hiç şüphesiz ki geçen zaman içerisinde İsrail’deki muhafazakâr hükümetlerin bilhassa Beytüllahim (Betlehen) ve Hebron bölgesinde yerleşimi arttırdıkları, Nablus’un civarını çevirdikleri açıktır. Ne var ki İsrail’in çöle çıkışı bir kuvvet verirken, diğer taraftan da bir güvensizlik unsuru yaratmıştır.
Son olay ABD ve Avrupa Birliği’nin artan olayları çok kaba bir üslupla desteklemesinden dolayı çıkan rahatsızlığı da taşıyor. ABD geçici ateşkesi veto ediyor. Birleşik Krallık ve Rusya çekimser oy kullanmış. Bu bile anlaşılmaz bir tavırken ABD’nin tavrı gerçekten bir küstahlık. ABD’nin büyük olduğu zamanlara bir gölge. Masum insan ve çocukların katledildiği, yüz binlerce insanın aç-susuz bırakıldığı bir zamanda dünyaya yön veren devletlerin daha makul, daha tarafsız davranması beklenirdi. Türkiye sağduyulu davranan ülkelerin başında geliyor. Avrupa Birliği’nin en başından beri tutumu çiğdir. Evet bir zamanlar topraklarından ittiğiniz Yahudiler oradadır ama yüzyıllardır Filistinliler de o topraklarda yaşıyor. Asıl mesele, bu iki topluluğun nasıl bir arada barış içinde yaşayabileceğini belirlemek ve doğru yaklaşımları desteklemektir.
TÜRKİYE YAHUDİLERİ
- İSRAİL’de 120 bin kadar Türkiye Yahudisi vardır. Birçoğu halen Türkiye pasaportu kullanır. Dışişleri Bakanlığı’nın kendileriyle doğru dürüst ilişki kurmaya üşendiği devirlerde bile bu memleketi temsil etmeye gayret ettiler. Çocukları Türkçe öğrendi. İs-rail’deki Türkiyeliler Birliği Başkanı Ovi Roditi Gülerşen, Netanyahu politikasını tasvip etmediklerini bildiriyor. İsrail hükümetinin şiddet politikasını kesinlikle desteklemiyorlar. Bu sevgili hemşehrilerimiz ve vatandaşlarımız vicdan ve onur sahibidir. Aynı toprağı paylaşmış olmaktan mutluyuz.
Paylaş