PaylaÅŸ
TÜRKİSTAN hâkimi Emir Timur, 1405 yılının 18 Şubat’ında Çin Seferi’ne hazırlanmaktayken öldü. 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra esir ettiği Bayezid Han’ın hemen arkasından ölmüş sayılır.
Timur cihangirdi; İslam’ı yaymayı amaçlıyordu. Türk soyundandır ama eşinin Moğol prensesi olduğunu ileri sürerdi ki doğruydu. Cengiz Han soyunun devamı olduğunu ısrarla belirtmiş, bu yüzden de kendini emir ve küregen (gürgan) damat unvanlarıyla anmıştır.
Timur, 35 yıllık hanlığı süresinde çok geniş fetihlerde bulundu. Hiçbirisi Haçlılar dünyasına karşı değildi. Rusya içlerine kadar sokulan Altınorda Hanlığı’nı yenerek, bu büyük Müslüman devlete ciddi bir darbe vurdu. Osmanlı Devleti’nin de Avrupa içlerine ilerlemesini adeta durdurdu. Yine de Osmanlılar, Ankara yenilgisinden sonra gelen 12 yıllık fetret döneminde Rumeli hâkimiyeti sayesinde toparlanabildiler.
TÜRK VATANINA HEDİYESİ İZMİR’İN FETHİ
Emir Timur’un Türk vatanına tek hediyesi, Hıristiyanlardan aldığı tek yer olan İzmir’dir. Ama o Türk tarihi için farklı açılardan daha önemlidir. Örneğin askerî stratejisi dâhiyaneydi. İlmi araştırmaları da teşvik etmiştir. Torunlarından Uluğ Bey, Semerkand’da kurdurduğu rasathaneyle İslam dünyasındaki ilimlerin son temsilcisi haline gelmiştir.
Timur’un kurduğu devlet teşkilatı mükemmeldi ama Osmanlı İmparatorluğu’na göre bir zaafı vardı: kabilelerin federasyonu olmaktan kurtulamaması. Bu şekilde devletinin devam etme ihtimali yoktu, nitekim öyle de oldu. Bugün Özbekistan tarihçileri Emir Timur’un Osmanlı’yı ve Altınorda’yı (Toktamış Han’ı) yenerek Avrupa’nın talihini değiştirdiğini ileri sürüyorlar. Timur’un asıl yönü Ortadoğu’yu ve Orta Asya’yı mimaride birleştirmesidir. Hatta daha fazlasını da yaptı: Fars kültürünü yarattı.
TÜRK VE FARS KÜLTÜRÜNÜ BİRLEŞTİREN BABÜR
Bir başka şubat gününde, 1483’ün 14 Şubat’ında Babür, Fergana’da doğdu. Maceralı ve mücadeleci hayatının en karanlık ve yenik safhasında Hindistan’a girmeyi akıl etti ve bu dâhiyane strateji ile 16’ncı asrın en büyük imparatorluklarından birini kurdu. Az şey değil, Hindistan’daki Babürlü hâkimiyeti hiç şüphesiz ki çağdaş dünyayı şekillendiren bir gelişmedir.
Bu büyük gelişmeyi sağlayan hükümdarın kim olduğuna bir göz atalım. Babür, Türkçe, Farsça ve Moğolca bilirdi. Etnik olarak Moğollarla bir irtibatı olmamasına rağmen, Cengiz Han soyundan gelme iddiacılığı bu imparatorluğun ‘Mughal’ diye anılmasına neden olmaktadır. Babür’ün tıpkı büyük atası Timur gibi Türk ve Fars kültürünü birleştiren bir faaliyetin başında olduğu açık. ‘Vekâ-yi Babür’ diye bilinen biyografisi, bir devlet adamının kaleme aldığı siyasal anlatının dünya edebiyatındaki en parlak örnekleri arasında sayılır.
Babür’ün yarattığı kültürel gelenek de çok ilginçtir. İslam ile Hind’deki dini akımların birleşme çabası Babürlüler devrinde başlamıştır. İran, Turan, Hindistan orada bir araya gelmiştir. Torunu Ekber’in mimari sanatlar, edebiyat ve din üzerindeki bilgisi muhteşemdi ve işin tuhafı Ekber (1542-1605) okuma yazma bilmezdi.
HİNDİSTAN AĞIR BEDEL ÖDEDİ
Babür 1530’da genç yaşta öldü. O devirde Timurlu soyu, Afganistan’ı dünyasının incisi haline getirmişti. Herat hükümdarı Sultan Hüseyin Baykara’nın edebiyat geleneği dönemindeki Ali Şir Nevai gibi şairler, Behzat gibi minyatürcüler ve edebiyat meclisleri, Osmanlı edebiyatı dahil tüm Doğu’da bir geleneğin başlangıcıdır. Bugün bu dünya fakirliğin, terörün ve yabancı orduların işgali altında inliyor.
Hindistan ise gittikçe zenginleşen, ilimlerin geliştiği, ülkenin teknokrat ve aydınlarının dünyanın her tarafını ele geçirdiği bir kıta. Ama bu ülke de eski eserlere ve kültürel mirasa dikkat kesilmemenin bedelini çok ağır ödedi. En çok da Babür İmparatorluğu’na ait eserler üzerinden.
KANAYAN YARA ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI
DoÄŸulular hep tarihi eserleri tahrip etmekle suçlanır. Ama mesele tarihi eserlerse Batılılar önce kendine baksın. Batı müzelerinin ve özel koleksiyoncuların ve hatta hiçbir ÅŸey olmayan kendini bilmez orta sınıf ya da yeni zengin toplayıcıların bilinçsiz yaÄŸmacılıkları tarihte ciddi yaralar açıyor.Â
BUGÜNE kadar Batı dünyası Doğuluların eski eserleri tahrip ettiğini, gündelik hayat gereçleri olarak kullandığını ve sattığını söyler. Doğrudur ama olaylar o kadar da basit değil. Piramitleri ve eski Mısır’ın zenginliklerini, mumyaları alıp, Londra akşamlarında teşhir edip parçalayarak para kazanmaya çalışanlar fakir fellahlar değildir.
Balık baştan kokar; zamanında Hindistan’da İngiliz vali yönetimi Tac Mahal’in mermer plakalarını bile satmaya kalktı. Ancak Londra piyasasında para etmeyince vazgeçmişlerdi. Mısır’daki yağma hiç şüphesiz ki İngiliz işgal yönetiminden işportacılara kadar yayıldı. Bugün dahi Tahrir Meydanı olaylarında Avustralyalıların utanmazca Kahire Müzesi’ni soydurdukları açığa çıktı. 300 parça eser neyse ki geri getirilebildi.
DANİMARKA’YA DİKKAT
Başka örnekler de var. Irak işgalinde Mezopotamya arkeolojisi ve dilleri alanındaki çalışmalarıyla övünen ABD ordusunun eski eserler konusunda hiçbir ciddi tedbir ve örgütlenmeye sahip olmadığı anlaşıldı. Irak tarihinin en değerli eserleri Batı’da el altından satıldı.
Danimarka bu açıdan çok dikkat çeken bir ülke. Mardin Artuklu eserlerinden çaldıkları yanında (meşhur Artuklu maden işçiliği olan, Cizre Ulu Cami’nin kapı tokmağı bunlardan sadece biri) Palmira kentinden IŞİD’in söküp pazarladığı birtakım parçalar Danimarka ve İsviçre’de ele geçirildi. İslami terör, bağnazlıktan dolayı orayı yağmalamıyor; utanmaz Batılı ortaklarıyla işbirliği halinde soyuyor.
ABD’deki Metropolitan Müzesi dürüst bir kuruluş değildir, lakin ABD’de hırsızlık eserleri almayan Smithsonian gibi kuruluşlar da var. Mesela Yunanistan’daki Benaki Müzesi ilginç bir kurum. 18’nci yüzyıla ait bir Edirne mihrabını dünyanın dört bucağından çeşitli yollarla ele geçirerek müzede bir araya getirdi. Bu gibi nadir iyi örnekler, Batı müzelerinin ve özel koleksiyoncuların ve hatta hiçbir şey olmayan kendini bilmez orta sınıf ya da yeni zengin toplayıcıların bilinçsiz yağmacılıklarını açıkça ortaya koyuyor.
PaylaÅŸ