Paylaş
Çırağan imar nizamı açısından Boğaziçi mıntıkasından sayılmıyor. Çünkü Ortaköy’deki köprünün güney tarafında kalıyor. Çırağan geçmiş asırlarda Boğaziçi mimarisinin yaşam kültürünün, medeniyetinin beşiğiydi. Sadrazam Damat İbrahim Paşa devrinden beri (9 Mayıs 1718-1 Ekim 1730) mehtap sefalarının en canlı mahalli olduğu ifade ediliyor. Halkın gözüne batan eğlence ve ziyafet çok para götürmese de israf ve hırsızlık olarak değerlendirilir. Kağıthane, Göksu ve bilhassa Çırağan sefaları paşanın da, bu barok Osmanlı medeniyet devrinin de sonunu getirdi.
TOPKAPI’DAN BUNALDILAR
II. Mahmud, Topkapı Sarayı’ndan haklı olarak bunalmıştı. Gün gün değişik köşk ve yalılarda kalırdı. Çırağan Sarayı’nı da Nevşehirli Paşa’nın eski yalısını yıktırarak onun yerine yaptırdı; kısmen kâgir, kısmen ahşaptı. Sultan Abdülmecid de Topkapı Sarayı’ndan bunalan biriydi. Dolmabahçe ikamet dönemi 1853’te başlayana dek İstanbul’un her yerinde, Haliç üstünde Sultan Selim Camii meşrutasında, Topkapı’nın dördüncü avlusunda, Mecidiye Kasrı’nda, Ihlamur’da günlerini geçirmiştir. Çırağan onun istediği tipte bir Avrupai saray olmalıydı. Lakin mevcut binayı yıktırıp yeniden yapana kadar ömrü yetmedi.
2.5 MİLYON ALTIN HARCANDI
Sultan Abdülaziz Han 1867’de Çırağan Sarayı’nın inşaatını tamamladı. Sarayın mimarisinde klasik Avrupa barok veya rokokosu değil biraz oryantal unsurlar göze çarpmaktadır. Balyanlar yine ön planda gelen müteahhitti. 1871’de saray bitirilirken 2.5 milyon altın harcandığı belirtiliyor. Osmanlı maliyesinin iflasının bununla beraber saraylara değil doğrudan Kırım Savaşı’na bağlı olduğunu belirtelim. Modern savaşlar için ordunun eğitimini, donanmanın modernleştirilmesini Türk imparatorluğunun bütçesi ve gelir kaynaklarıyla karşılamak mümkün değildi. Bu sarayların hiçbirisi büyüklüğüyle çağdaşlarıyla yarışacak durumda değildir. Tanzimat döneminin sarayı haklı olarak Topkapı’nın darlığından ve gelenekselliğinden kurtulma çabasındadır. Bugün dahi gezerken görürsünüz, Topkapı Sarayı’nın en büyük salonunda (Hünkâr Sofası) 50 kişiye ziyafet verilemez. Bunun 19. yüzyıl diplomasisi, yabancı ziyaretlerle alakası olmayan bir yapı olduğu açıktır.
V. MURAD İKAMET ETTİ
Hazin bir tarih başladı. Çırağan Sarayı’nın müştemilatından olan Beşiktaş Lisesi’nde, ki burası harem binasıydı, V. Murad tahttan indirildiği 31 Ağustos 1876’dan 29 Ağustos 1904’teki ölümüne kadar ikâmet etti. Öyle ifade edildiği gibi akıl hastası değildi. Alkol alışkanlığından, burada mecburen vazgeçtiği için sağlığı da yerine gelmiştir. Fakat tahttan indirilen birinin bir daha çıkması mümkün olmadı.
II. Abdülhamid biraderine karşı haşin davrandı, gelirlerine, maddi varlıklarına el koymaya kadar işi götürdü. Bu bir açgözlü yağması değil, Ali Suavi vakasından çekinen padişahın sert denetiminin gereğiydi. Prenseslerin, padişahın kızlarının evliliğine kadar karıştı, bu hakkıydı fakat onlara layık koca değil, daha sade adamları tercih etti. Bu da başka bir skandala yol açtı.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra 1910’da Çırağan, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın toplantı ve çalışma mekânı oldu. Galiba bu nedenle oturum zabıtlarının bile yok olmasına sebep olan bir yangınla ve içinde padişahın Ayvazovski ve Rembrandt’larının da bulunduğu koleksiyonu da birlikte yandı.
TOPLANTI VE ÇALIŞMA MEKÂNI
Parlamento bugünkü Fındıklı Sarayı’na taşındı. Harap saray işgal günlerinde Fransız işgal kuvvetlerinin otomobil, lastik ve hurda deposuna dönüştü. Kurtuluştan sonra da mahalle takımlarının ardından Beşiktaş Futbol Kulübü’nün şeref stadyumu haline dönüştü. Bu önemli tarihi eserin 1990 yılında otel olarak düzenlenmeye başlaması bazılarını çok rahatsız etmiyor. Ne var ki otelin restorasyonu sırasında Çırağan Sarayı’nın teslim edildiği ve bilhassa iç dekorasyonuyla feci iş çıkaran Lübnanlı mimarın eserine, devrin nüktedanları “Arap’ın intikamı” adını verdiler. Bu ad “Othello”nun çadır tiyatrolarında kullanılan başlığıydı.
Çırağan Sarayı hiç şüphesiz İstanbul’un toplantı ve beynelmilel kongreler trafiğinde önemli bir rol ifade ediyor. Yanı başında inşa edilen Kempinski Oteli ise meşum ismi hariç kusursuzdur. Kempinski, Berlin’deki otelin hakiki Yahudi sahibidir. Alman ortağının Nazizm devrinde attığı kazıkla onun üstüne geçmiştir.
20 Ocak 1910 tarihi bir sarayın yanışının ötesindedir. O gün Osmanlı parlamenter geleneğinin önemli 35 yılı bütün delilleri ve evrakıyla ortadan kalkmıştır. Aynı zamanda hâlâ sağlam bir galeriye kavuşamamış olan saray resim koleksiyonlarının en kıymetli parçalarının harap olduğu bir ilk faciadır. Bu nedenle Dolmabahçe Sarayı’nın resim galerisinin bir an önce açılması gerekir.
İNANILIR GİBİ DEĞİL
MAÇKA Mezarlığı Beyoğlu mıntıkasında bugünkü Maçka Parkı’nın bitişiğinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Maçka kampusu denen binasının karşısında yer alır. Maalesef defin işleminin artık yapılmadığı, eski mezarlıkların akıbetine uğramıştır. Bir caminin de haziresinden olmadığı için nesli tükenen ve ziyaretçisi kesilen mezarların akıbeti bu kalabalık ve kontrolsüz şehirde hakikaten meçhule kalmıştır. Kısa zamanda parkın bu kısmı haneberduşan takımının yerleştiği bir mıntıka oldu. Onlardan daha beteri buradaki müzeyyen nakışlı şahideler yani kabir taşları mutlaka antika hırsızlarının eline geçti, taşındı ve dünyanın olur olmaz yerlerine gitti.
Kaç zamandır basındaki gayretli muhabirlerin tespitiyle gazete sayfalarında çıkan haberlerden sonra bu mezarlığa İBB tarafından el atılıyor ve koruma altında tutuluyor.
Eskiden Türkiye’deki mezarlıklar bugünkü gibi değil, orijinal sanat galerisi gibiydi. Fazladan da biyografi için önemliydi. Bu mezarlığın bugün bu vasıflarının azaldığına hatta tükendiğine şahit oluyoruz. Her şeye rağmen şehrin tarihinin ve yerleşiminin bir parçasıdır. Kim sahip çıkar? Sanat ve tarih sevgisini(!) kimselere bırakmayan insanların semtinde bu gibi alanlar bile ne halde, inanılır gibi değil.
Paylaş