Paylaş
YÜZ yıl evvel 20 Ekim’de Fransa ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti arasında ünlü Ankara Anlaşması veya Musalahası dediğimiz belge imzalandı. Tarifi güç. Sevr Antlaşması’nın işlemez olduğunu Fransa söylüyordu ama İngiltere kabinesinde de aynı şeyi ifade edenler vardı. Aslında Mondros Mütarekesi Büyük Britanya ile, bu ise Fransa ile yapılan mütarekedir diyenler var. Hukuk usulü ve şeklince abartılı fakat gerçeğe yakın bir ifadedir.
İNGİLTERE İLE ZIT GÖRÜŞTEYDİLER
Her hâlükârda Fransa henüz İtilaf Devletleri’yle ipini koparmamıştı fakat Anadolu mücadelesine Fransa’nın bakışı çok değişikti. En başta Fransa’nın İstanbul’daki işgal komutanı Mareşal Louis Franchet d’Espèrey Anadolu Hükümeti’ne asker olarak sıcak bakıyordu ve Fransa bu konuda İngiltere ile paralel görüşte değildi. Sebebi de kendisine ayrılan sahada işgal serüvenini muvaffakiyetle yürütememesi, Dörtyol, Anteb, Maraş, Urfa çizgisindeki direnişin, Fransa’yı bugünkü Suriye sınırlarına çekilmek zorunda bırakmasıydı. Fransa bu çizgide bugünkü Hatay’ı elinde tuttu. “Sancak” dediği bu idareye de (İskenderun-Alexandretta) Türk etnik grubun ağırlığı dolayısıyla idarede Türkçenin resmi olarak kullanılması gibi maddeleri Türk halk eğitimine geliştirici araçlar sunma vaadiyle musalahaya koydu.
KULLANILDIKLARINI DÜŞÜNÜYORLARDI
Fransa, İtilaf Devletleri içinde ilginç bir unsurdu. Daha Çanakkale Savaşı’nda, yani Çanakkale Boğazı’nı geçme döneminden başlayarak İngiltere ile aralarında münaferet çıktı. Fransa kamuoyu kullanıldıklarını düşünüyordu. Türk İmparatorluğu’nun elinden aldıkları işgal bölgelerinde masrafın fazla olduğu ileri sürülerek yeni bütçenin reddedilmesi söz konusuydu. Gerçek şu ki Fransa, Lübnan, Suriye ve bugünkü Hatay gibi bölgelerde idari yatırımlara askeri amaçlı olsa da örneğin yol inşasına İngiltere’den daha fazla para yatırmıştır. Kültürel bakımdan bu ülkelerdeki belirli sınıflarla kurduğu ilişki bugüne kadar devam edecek ürün ve etkiler çıkarıyor.
Asayiş için Ermeni lejyonlarının kullanılması (Şark Kuvvetleri - La Légion d’Orient adı altında), başarılı olmayan bir operasyondu. Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu’nun ilişkileri 16. asırdan beri çok ilginçtir. Fransa, Mukaddes Roma Germen İmparatorluğu (Avusturya-Almanya) ile rekabet hâlindeydi. Hatta bu diplomatik rekabet, Galata’da bulunan San Francesco Kilisesi’ndeki en eski elçiye ait yeri kapmak için yapılan yer kavgası gibi (Fransız elçi Jacques Savary de Lancosme ile Avusturya elçisi arasında) gülünç olaylara neden olmuştur.
1690’da Fransa, Hıristiyan liganın içindeydi ama 1718’de değil. 1730’da Belgrad Antlaşması’nda Osmanlılar lehine hareket etti ve diplomatik manevraları başarılı oldu. 18. asır boyunca bu böyledir. Mısır’da Mehmed Ali Paşa ayaklanmasını desteklemek dışında Kırım Savaşı’nda müttefikler ve Osmanlı safındaydı. Uzaklaşma Batı bloku ile, yani İngiltere ve Rusya ittifakıyla başlamıştır. Birinci Harb’in içinde Fransa ile olan cepheler değil, İngiltere İmparatorluğu ve Ruslarla olan savaş ağırlık kazanmaktadır.
ÇOCUKLUĞUNDAN BERİ TÜRKİYE’Yİ BİLİR
Şu andaki Fransa Büyükelçisi Hervé Magro ilginç bir kişiliktir. Babasının büyükelçilikteki memuriyeti dolayısıyla çocuk yaştan beri Ankara’da mahalledeki Türk arkadaşlarıyla top oynayarak bu memleketle ilişkiye başladı. Fransa Hariciyesi’nin (Quai D’orsay) gerçek anlamda Türk uzmanlarındandır. Türkiye’de geniş bir dost çevresi vardır. İlişkilerin düzelmesi için çok şeyler beklediğimiz anda ilk önce devletinin talimatıyla pasif durmuş, siyasi kulislere ve Türk hayatına yeterince katılmamış gibidir. Şimdiyse on büyükelçinin arasında yer almışken tarafların uzlaşmasıyla durum değişmektedir.
DEMODE BİR YOL
Büyükelçiler grubu zaten garip bir oluşumdu. İrlanda ve Portekiz yoktu. İspanya ve İtalya da yoktu. İtalya zaten Türklerle çok yakın ilişki içinde. Asıl garibi Balkanlarda Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya yok. Sıkı aday ülkelerden Hırvatistan, Polonya ve Macaristan bu grupta değil. Avrupa Birliği’nden olmayan Norveç, Kanada ve Amerika başta gidiyor. Yeni Zelanda da onların peşinde. ABD ve Fransa’nın bu gibi bir girişimde yan yana bulunmalarının, kendileri açısından ne derece tutarlı bir hareket olduğu düşünülür. Her hâlükârda Türkiye’de bu gibi olumlu veya olumsuz yaklaşımlar için çok demode bir yol izlendiği açıktır. Tartışmaların mutedil bir noktaya gelmesi iyi oldu. Aksi takdirde hiç kimseye yararı dokunmayacak safahat söz konusudur.
Hervé Magro Fransız Hariciyesi’nin dünyayı iyi tanıyan ve dost yaklaşımlı diplomatlarından. Bir başka nizamda olsa çok daha iyi olacak. Yıllar önce, seksenli yılların sonunda UNESCO’nun Umman sultanının gemisinde başlattığı İpek Yolu Projesi sırasında Venedik’ten bize katılan İtalyan UNESCO’su başkanı ünlü Afrikanist ve sosyalist milletvekili, İtalyan hükümetlerinde birkaç kez bakanlık yapmış Bayan Tullia Romagnoli ilginç bir yorum yapmıştı: “Fransa çok ilginç ve yanılgı içinde giden bir memleket. Bizim dünyamızla ilgisi olmayan kuzeyli üyelerin peşine takılacağına, Portekiz, İspanya, İtalya ve Türkiye’yi yanına alsa başa geçer ve çok daha önemli işleri başarırız.” Galiba 18. asrın kurumlarını her zaman için “Ancien Régime” Eski Kraliyet Fransası, diye küçümseyemeyiz. Bazı ahvalde modern Fransa’nın da eski Fransa’dan öğreneceği ve geliştireceği çok şeyler var. Yaşadığı dünyaya uyum bakımından bunların üzerinde durması gerekir.
DİPLOMASİNİN KADİFE YAKLAŞIMI
Akdeniz’deki Fransa ve Yunanistan işbirliği Türkiye’nin Doğu Akdeniz stratejisini değiştirmek için yeterli değildir. Bu, olsa olsa daha çok uzaklaşmayı ve Ruslarla yakınlaşmayı getirir. Aslında nükleer donanması olan Rusya’nın Akdeniz’e girdikten sonra çekilmesini beklemek de abestir. Dünyanın kesin iki devlet etrafındaki kutuplaşma dönemi geçti. Bunun umumi denge açısından bir nevi güvenlik getirdiği açık ama devam edemezdi. Büyük devletler arasındaki işbirliği ise bu yakın derecede felakettir. Dengeyi iyi kullanmak lazım. Sertlik değil, diplomasinin kadife yaklaşımı tercih edilir; o daha çok tesirli olabiliyor.
RESTORATÖR BÜYÜKELÇİLER
Yarım asra yakın bir süre Fransa’yla devamlı soğukluk rüzgârları esiyor. Yakın diplomasi tarihimizde az görülen tedbirlere başvuruluyor. Hasan Esad Işık Bey’in Ermeni abidesi olayı yüzünden Fransa’yı terk edip Ankara’ya istişare için gitmesi, ilişkilerin sıfır derecesine düşmesi gibi. Son zamanlarda Fransa ve Türkiye arasında bu gibi krizler başladığında tamirci diyebileceğimiz, “restoratör büyükelçiler” tayin edilirdi ve bunlar yıkıntıyı yerinde tespit edip düzeltmeye çalışan, yeniden inşacılar gibi görev görürlerdi. Büyükelçi Bernard Emié ve Laurent Bili örneklerinde olduğu gibi.
Paylaş