Paylaş
Aksaray mazide Büyük Karaman (Konya) Eyaleti’nin önemli bir sancağıydı. Daha sonra Konya’nın önemli bir kısmı Niğde Vilayeti haline gelince, Aksaray’dan “Niğde Aksarayı” diye bahsedildi. Aslında Karaman, Anadolu’daki en önemli beylikti. Batıdaki Osmanlı’nın, tarihi ve coğrafi şartlar ve de liderlerinin fevkalade seçkin insanlar, komutanlar olması dolayısıyla kat ettiği gelişme Karaman’ı gölgede bıraktı. 15. asırda Büyük Fatih Sultan Mehmed’in Osmanlı topraklarına kattığı bir yerdir. Hiç kolay edilen yeni bir hâkimiyet değildi; Karamanlılar her zaman Anadolu’daki üstünlüğü kendilerine ait görürler ve bu durum literatürde bile görülmektedir.
Şurası bir gerçektir; Karaman halkının bugün de gösterdiği sınai gelişme, bölgedeki diğer vilayetlerde görülmüyor. Aşağı yukarı vilayet nüfusunun büyük kısmı kenttedir. Kırsalda da eğitim olanakları, ziraat ve dokumacılık gibi sanatlar turizmin gelişmesine yardım ediyor. Zirai sanayinin artık ihraç safhasına geçtiği bir gerçektir. Mesela buğday siloları fakat buna karşılık yeraltı su kaynaklarının çok hoyratça kullanıldığı ve gelir getiren yonca ziraatının bunda başlıca neden olduğu görülmektedir.
HALICILIKTA DÜNYA MARKASI
Aksaray’ın kendine has özellikleri de vardır. Türkiye’deki halı dokumacılığının gerilemesine direnen bir bölgedir. Kıymetli halıların tamirinde dünyada öncülerdendir. Avrupa ve Amerika pazarlarına hitap etmektedir. Belediye Başkanı Evren Dinçer bu dalda faaliyet gösteren işinsanlarındandır.
Şehir Anadolu’nun kesişme noktasındadır. Ankara’dan Adana’ya ve Konya’ya gidişin kavşak noktasındadır. Kendine özgü tesisler vardır. Orta Anadolu’nun en eski, seçkin restoranı, servisi ve yemekleriyle Ağaçlı Restoran, bu bölgededir. Otel inşasında gelişme kat etmişlerdir. Bunu tarih gösteriyor. İran’dan Akdeniz’e ulaşan kervan yollarının Konya’ya en yakın noktasındaki Büyük Sultan Hanı Aksaray’dadır. Sultan Hanı’nı 1965’te ziyaret eden ünlü İtalyan restoratör; “Yapılış tarihi neydi?” diye sordu. Cevap, “1229”. Ünlü profesör bunun üzerine “O tarihte İtalya’da böyle bir eser yoktur”, dedi.
Alâeddin Keykubad’ın Anadolu imarında göze çarpan eserler yığınıdır. Nitekim Roma İmparatorluğu’nun getirdiği Pax Romana’dan (refah ve düzen) sonra Bizans döneminin karmaşası bu devirde durdu. Rum Selçukluları da dediğimiz, yani Roma ve Anadolu Selçuklu Devleti (her ikisi de Roma adını taşıyor) ta İkinci Dünya Savaşı’na kadar Anadolu’da refah ve güvenliği sağlayan önemli bir devletti. 1946’dan sonra bütün Anadolu gibi Aksaray da ilerlemeler kaydetti.
DİĞER ŞEHİRLERDEN FARKLI
Şehirde dikkate değer bir öğrenci nüfusu var. Şehir sakinlerinin diğer İç Anadolu şehirlerinden farklı yönleri var. Tarihle, siyasetle ilgilenişleri başka, toplumsal hayatta önemli bir farklılaşma ve gelişme söz konusu. Bir konferans için gittiğim Aksaray’da, ki 1960’ların başından beri tanıyorum, yine bir gelişme gördüm. Şehrin mimarisinin de görece olarak iyi korunduğunu söylememiz gerekir. Gerek Ulu Camii ve gerekse diğer eserler, türbeler yeterince korunabiliyor, restorasyonuna dikkat ediliyor. Vilayet binası ve yöneticiler bir restorasyon ve korumacılık mantığını aksettirenlerdir.
Aksaray halkı yeni fethedilen İstanbul ve Rumeli’nin yeniden iskânında kullanıldı, yani biraz zorla yerleştirildi. Dolayısıyla Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında çok gelişen bu beyliğin halkı 16. asırda doğrusu biraz da devletin merkezi İstanbul’a, Osmanlı zihniyetine ve yorumuna karşıydılar.
1985’ten beri bu vilayet merkezinin Orta Anadolu’nun kuraklığı ortasında kaydettiği gelişme dikkate değer. Uzun yaz günlerinde memleketin güney ve güneydoğusuna geçenlerin, Kayseri ve Göreme’ye gidenlerin Aksaray’a dikkatle eğilmeleri, 14 kilometrelik bir yürüyüş hattı haline dönüştürülen Ihlara Vadisi’ne yönelmeleri tavsiye edilir.
OSMANLI’NIN SON DÖNEMİNDE İSTANBUL’DA TİYATRO VE ÇEVRESİ
GÖRÜŞÜ İLGİNÇ BİR KİTAP
OSMANLI tarihiyle meşgul olanlar Yuzo Nagata’nın “Ayanlar” üzerine yazdığı makaleyle 18. – 19. asır dönemecinin sosyal tarihinde en önemli, kalıcı bir eseri ortaya koyduğunu bilirler. Bu sefer Hikari Egawa adlı Japon meslektaşıyla Osmanlı’nın son döneminde İstanbul’da tiyatro ve çevresini ele aldı. Bu bizim açımızdan çığır açıcı bir araştırma değil çünkü rahmetli Metin And, bilhassa Özdemir Nutku ve sevgili Serdar Şener, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsü’nün çalışkan ve öncü hocaları olarak bu konuyu çok incelemişlerdir. Daha evvelden kalem oynatan yazarlarımız da vardır. Fakat görüş çok ilginçtir ve takdim ustacadır. Bu bakımdan Türk okuyucu da okur. Eseri asıl önemli kılan ise klasik Japon tiyatrosuyla modernleşmesi üzerinde birlikte durarak bir mukayese yapmalarıdır.
Bu tip araştırmaları çok değerli buluyorum. Çünkü 19. asır Japonya ve Türkiye tarihi ve kültürel yapısı sadece basit paralellikler kurarak değil, bünyesel farklılıklarıyla da birlikte değerlendirilmelidir. Çeviri de son derece rahat okunuyor, tavsiye ederim.
Paylaş