Paylaş
BRİTANYA Başbakanı David Cameron zor günler geçiriyor. Tezi kesinlikle Birleşik Krallık’ın AB içinde kalmasıdır. Bununla birlikte taraftar olanların sayısı düşüyor. Bazı anketlerde AB karşıtlarıyla yandaşları neredeyse eşit oranda. Bu anket London School of Economics tarafından yapılmış; kararsızlar kitlesinin süratle değişebileceğini ifade ediyorlar.
AB karşıtlarının başını Osmanlı siyasetçisi Ali Kemal’in torunu Boris Johnson çekiyor. Başarılı bir Londra Belediye Başkanı’ydı. Gelecekte başbakan olursa şaşırmayın. Cameron taraftarlarınca Britanya’nın ihracatının yüzde 75’inin AB’ye yapıldığı tekrarlanıyor. Karşıtlarıysa bütün bu ihracatın altı büyük şirketin tekelinde olduğunu, diğerlerinin AB ile alakaları olmadığını belirtiyor.
TAŞRA NİMETLERDEN FAYDALANAMIYOR
“Üstelik eski Milletler Topluluğu’nun Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerine yapabileceğimiz ihracatı da yapamıyoruz, çünkü her şeyimiz Brüksel’dekilerin kontrolünde, ABD ile ilişkiler de aksıyor” diyorlar. Tartışmalar bir yana İngiliz taşrasına baktığınız zaman kıtadaki ülkelerin aksine AB’nin nimetlerinden faydalanamayan bir halk görüyorsunuz. Fiyatlar düşük, ücretler de... Margaret Thatcher’ın deyimiyle 18’inci asırdan beri kendi köylü sınıfını büyük gaddarlıkla yok eden bir ülke AB’nin köylülerini desteklemekle meşgul.
‘SURİYE VE IRAK’LA KOMŞU OLACAĞIZ!’
Seçim sloganlarından birisi, “Her hafta AB bütçesine ödediğimiz meblağla bir hastane inşa edebilirdik” cümlesi. Bir zamanlar mükemmel sağlık hizmetleri olan Britanya’da sistem çöküyor. Bu propagandanın da iş gördüğü açık. Johnson takımının en etkili propagandasıysa şu soru: “İleride Türkiye, Sırbistan’la birlikte AB ülkesi olacak, yani Suriye ve Irak’la komşu olacağız, bu kadar mülteci ne olacak?”
David Cameron bu iddiayı gülerek reddetse de Britanya halkının Balkanlar’dan ve Doğu Avrupa’dan gelenlerle başının pek hoş olduğu söylenemez.
AB’nin öncülü Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1957’de bugünkü Almanya’nın batısı (yani Hıristiyan Demokrat üstünlüğü ve Konrad Adenauer’lü bir Almanya) ile Fransa arasında Benelux ve İtalya’yı da ele alan bir demir-çelik ve gümrük antlaşması olarak ortaya çıktı. O vakit, “İleride pasaportu kaldırırız” ümidi vardı. Ankara Antlaşması ile bizim de girişimiz söz konusu oldu. 1970’lerde hükümet görüşünü büyükelçi İlter Türkmen ifade ediyordu; Başbakan Ecevit, sanayi çevreleri ve ikna edilen Genelkurmay dahi girişimize karşıydı ve bu hataydı. Neden mi? Belki giremeyecektik ama en azından bizimle birlikte reddedilecek Yunanistan yükünden kurtulacaktık. Onlar da bizimle beraber dışlanırdı.
AB konusunda 1980’lerden itibaren herkes aynı serenadı tekrarlıyor, cevaplar ilginç. Bence Britanya olayı en azından yeniden düşünmemizi gerektirir.
GENÇ OSMAN’IN HAZİN HİKÂYESİ
OSMANLI padişahları içinde radikal reformcu II. Osman’ın bilinmeyen bir ressama ait portresi Lübeck’li tacirler tarafından 1640 yılında Tallinn’de Karakafalar Loncası’na hediye edilmiş. Genç Osman’ın dış görünümü, bıyığı, giysisi, genel unsurlarıyla, Tallin’deki konferansta da belirttiğim gibi ressamın hayal ürünü... Portre halen Tallin Şehir Müzesi koleksiyonunda bulunuyor. Gene bu son ay İngiltere’deki bir müzayedede Alman İmparatorluğu’nun bilinmeyen bir ressamı tarafından yapılan II. Osman’ın cülusunun canlandırıldığı realist bir tabloyu devlet olarak satın aldık. Bu arada Venedik Devlet Arşivi’nde bulunan II. Osman’ın Venediklilere verdiği bir ahidname de tamir edildi. Bu pahalı restorasyonu Permak Grup’tan Selim Uyar üstlendi. Yani bu yıl bir nevi ‘II. Osman yılı’ oldu.
SADE HAYATI KÜÇÜMSENDİ
Genç Osman 20 Mayıs 1622’de hiç de yüz ağartıcı sayılmayacak bir kapıkulu isyanı ve hakaretlerle Yedikule’ye kapatılıp katledildi. 17’nci yüzyıl için çok erken reform hayallerine sahip bir genç hükümdar olarak tahta çıktı. Henüz 13 buçuk yaşındaydı. Asil bir genç kızla evlilikten söz etti ve bunu gerçekleştirdi ama Akile Hatun’un babası yani kayınpeder Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi dahi bu evliliği söylenerek kabul etti. Sade yaşam ve israftan uzak giyimi insanlar tarafından benimsenmedi, aksine ‘Osman Çelebi’ denerek küçümsendi. Hotin Cengi’nde muvaffak olundu ama bu da bir ‘Pirus zaferi’ydi. Ukrayna ovalarında zaptedilen toprak, okyanusa bayrak çekmekten daha anlamsızdı.
YENİÇERİ İSYANIYLA SON
Genç Osman’ın felaketinde zamansız teşebbüs ve söylemler rol oynadı. 17’nci yüzyıl tarihi için önemli bir kişiliktir. Aile kurumunu düzenlemeye kalktı, destekçi bulamadı. Hotin’de nefret ettiği yeniçerilerin yerine kuracağı ordu için Doğu vilayetlerine gitmeye kalktı. ‘Hacc’ seferi bahanesini ileri sürdü. Tabii yeniçeriler inanmadı, isyan ve rezilane bir katl ile hayatı bitti. Her Osmanlı hükümdarının dehşetle andığı dramatik bir kişilikti. Bir diğer genç padişah 16 buçuk yaşındaki Abdülmecid Han onun aksine alçak profilden hareket etti. II. Abdülhamid ise devlet adamlarını tek tek tanıyıp bir araya getirmeyi denedi ve başardı.
BÜLENT ÖZER HOCA’NIN ARDINDAN
MİMAR Bülent Hoca benim meslektaşım değildi ama hem kendisi, hem de eşi Filiz Hoca’yla sık sık rastlaşır, uzun uzun görüşürdük. Hatta bunun devamı da var, geceden aklıma takılıp bir köşeye yazdığım terim ve deyimleri sabah kalktığımda lügatlerden ararım. Bunlardan içinden çıkamadığım olduğunda birkaç kere kendisini aramışlığım var. Alışılmış ulemadan değildi. Tarih ve filoloji konusunda hassas ve derin bilgiliydi.
AYRINTI MERAKI
Ondaki filolojik bilgi ve yöntem yabancı okulda okumuş olmakla, hatta yurtdışında tahsil etmekle edinilecek bir vasıf değildi. Belli ki Batı medeniyetine hatta klasik Doğu medeniyetine mensup okumuşlara mahsus ayrıntı merakının lezzetine varmıştı. Bugünün Türkiyesi’nde az bulunan insanlardandı. Hatırladığım kadarıyla İslamabad Camisi projesinde derece alan bir ekipteydi. Bunun dışında bir eserini görüp inceleyemedim. Fakat bilgi bakımından çok geniş bir platformda yorum yapardı. Galiba başta kendi eşi bütün meslektaşlarını ve öğrencilerini etkileyen yanı da buydu. Meslektaşlarının bilgi merakı, çoğu merakla sınırlı kalmıştır. Yorumlar da sanı ve temenni üzerinden gider. Fransızca ve Almanca üzerinden Batı’nın akademik yöntemlerine giren Bülent Özer’in mesnetsiz konuşamayacağı açıktı.
KEŞKE SAĞ OLSA DA...
Gerek idareciliği sırasında gerekse onun evveli ve sonrasında, yurtiçi ve yurtdışındaki seminer ve kongrelere katılacak gayreti her zaman göstermiştir. Üstelik ‘Mimarlık ve Yapı’ gibi dergileri çıkararak bu dalda tartışma ve tenkidi getirdiğini herkes bilir. Galiba bizim kuşağın çok uzun zaman özleyeceği, “Keşke sağ olsa da danışsak” diyeceği hocaların başında geliyor ve bu aranma özelliği sadece kendi meslektaşlarıyla sınırlı değildir.
Paylaş