Paylaş
18. asrın ünlü ressamı Jean-Baptiste-Siméon Chardin’in “Yabani Çilek Sepeti” diye ünlenen, natürmort dediğimiz türün şaheseri tablonun New Yorklu galericiye 26.8 milyon dolarlık satışını Louvre Müzesi kanunen “milli hazine” diye engellemiş. Fransa’da satılan değil, açık artırmaya çıkan eserlere de müzeler müdahale edebilir. Hatta bu son anda yapılır, lakin usulü vardır. Müzayede günü açık artırma yapılır. Ünlü müzayede salonunda son fiyatta müzayede komiserinin “Satıyorum, saaattım” feryadıyla tokmağı indirmesinin ardından ön taraflardan bir ses çıkar. “Déclaration d’etat”, devlet deklarasyonu. “Ovvv” sesleri arasında komiser sorar: “Hangi müze?” Louvre veya Carnavalet Müzesi veya bir başkası... O anda akan sular durur. Eserin sahibinin de itiraza mecali yoktur çünkü müze parayı sayar.
TÜRKİYE İÇİN ERKEN
Tabii böyle bir mekanizma için, Türkiye’de henüz erken. Kültür Bakanlığımız ve benzer kurumlar henüz çok bilgisiz ve parasız. Bu yüzden açık satış lafını eden pek yok ama “mübadele kavramıyla hazineye dalmak isteyen uyanıklar” var.
Fransız kanunları birçok Avrupa ülkesinde vardır. Maalesef komünizmin yıkılışı sırasında iyi işlemediği için Rus müzelerinin bazı hazineleri kaybedişi, özellikle ikon koleksiyonlarının dışarıya kayışı sır değildir. Bu dalın mafyası bile doğmuştur. Zamanımızda en çok para eden ve en çok istismar konusu olan zenginlik, eski eserdir. Çaresi, UNESCO’nun kabul ettirdiği beynelmilel anlaşmalar ve “Her eser yerinde daha güzel” ilkesinin konması ve korunmasıdır.
SOYGUNLAR AZALDI AMA...
Louvre Müzesi’nin tarzını geliştiren ülkeler içerisinde en baskını İsrail’dir. Her eser milli tarihin bir parçasıdır. Vatandaş kaçakçılık veya götürme faaliyetini etinden koparılmış gibi hisseder. Devletten evvel önleyici organlar kurulmuştur. Müze soygunları Türkiye’de azalma ve önlenme yoluna girdi. Bu 40 yıllık olumlu bir gelişmedir ama nihayete ermiş değil. Nitekim açık havalardaki eserler, en başta tarihi ve milli mirasımız sayılan mezarlıklardaki şahideler ve benzeri antik parçalar henüz bu korumanın dışında. Mezarlıkları koruyabilecek olanlar ne Kültür Bakanlığı’dır ne de polis. Mahalle halkının, tarih sever toplum kuruluşlarının katkısı olmadan hiçbir hırsızlık önlenemez.
PARASINI ÖDEMEK ŞART
Louvre Müzesi dışarı gidecek bir esere el koymuştur. Yurtiçinde de yukarıda verdiğim örnek üzere, şahsi yerli koleksiyona geçecek bir esere bile devlet müzeleri el koyabilir ancak parasını ödemek şartıyla. Bunun inşaatlar sırasında ortaya çıkan harabeler üzerinde de izlenmesi gereken örnekleri var.
HOŞTUR AMA ZORDUR: BERLİN
16 Nisan 1945; Berlin’in Kızıl Ordu tarafından zapt edildiği tarihtir. Hitler ve Eva Braun bir hafta kadar evvel birlikte intihar etmişti. Cesetlerini uşak ve yaverine yaktırdılar. Neonazi gruplar hâlâ bu yakma işlemi aksine efsane yaratmaya devam ediyorlar. Reichstag’ın üzerine çekilen ‘Kızıl Bayrak’ın resmi, Avrupa’daki harbin fiilen bitiminin ilanı gibidir.
BATILI MÜTTEFİKLER ADASI
Sovyetler Birliği, Berlin’i aceleyle aldı. Bu, orduya çok pahalıya mal oldu. Yine de Berlin Madalyası, Kızıl Ordu’nun mensupları tarafından en çok iftiharla taşınan bir nişandı. Galiba Sovyetler Birliği’nin çöküş günlerinde bile en az pazara düşen değerli antikalardandır. Diğer müttefiklerle Kızıl Ordu aslında Oder Nehri üzerinde buluştular. Dolayısıyla Berlin, Sovyetlerin anlaşma icabı diğer üç müttefike de bazı bölgeleri bırakmasıyla, bir Batılı müttefikler adası olarak Sovyet işgal bölgesi ortasında kaldı. Harbi bitiren mütareke 7 Mayıs 1945’te Reims şehrindeki bir okulda yapıldı. Anlaşma ve anlaşmalar dizisi hâlâ devam ediyor. Avrupa’nın bugünkü haritası mütarekelere ve fiiliyata dayanıyor. Kızıl Ordu’nun Berlin savaşı, bugünkü Ukrayna savaşından daha kısa sürdü. Temelde 16 Nisan ve 7 Mayıs 1945 (toplam 16 gün) arasını kapsıyor.
DRESDEN GİBİ DEĞİLDİR
Berlin, Weimar Cumhuriyeti’nde son demokratik seçimler boyunca Hitler’i ve partisini hiç istemeyen bir şehirdir ama onun rejimini ve bayrağını ölümüne savundu. “Şehirde taş üstünde taş kalmadı” derler. Tabii bu da ayrı bir övünme konusu. Tahribat ağırdır ama kasten uçurulan Varşova veya müttefiklerin planlı bir şekilde bombaladığı, adeta yok ettiği Dresden gibi değildir. Aslında Dresden’e yapılan hava hücumu, bütün gece ışıklandırılan ve saptanan kareleri bombayla doldurarak büyük bir yıkım yarattığından Almanya’nın teslim günü yaklaşmış gibiydi.
Berlin’de ise Brandenburg Kapısı’nın gerisinde kalan bölge Unter den Linden (Ihlamur yolu) ki ünlü müzeler adasını da içerir, bombalardan nasibini almakla birlikte, eski imparatorluk öncesi Prusya Krallığı Berlin’i en çok muhafaza eden kesimdi. İleride Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin başkentini teşkil edecektir. Batı Berlin kısmına Sovyetlerin uyguladığı ambargo ise müttefiklerin sürekli hava koridoruyla kırıldı ve Batı Berlin, Federal Cumhuriyet’e bağlı ama federe bir devlet olmayan işgal böylesindeki bir idari birim olarak hayatına devam etti. Bakanlarına senatör denirdi. Son söz işgal kuvvetleri komutanınındı.
YENİDEN POLONYA PAZARI
Bunun en sakin zamanlarda bile uygulandığı oldu. Nitekim 1989’da Demirperde yıkıldıktan sonra Berlin’e öteberilerini pazarlamaya gelen Polonyalıları şehre sokmama kararını alan belediye meclisine, müttefik birlikler komutanı “O kadar değil” diyerek karşı çıktı ve bu kararı iptal ediverdi. Polonya Pazarı yine kuruldu. Batı sınırları içinde kalan Sovyet abidesinin ise yine ayakta kalmasına dikkat edildi. Belirli bölgeler onların işgalindeydi. Freie Üniversitesi’nin (Hür Berlin Üniversitesi) kampusunun ortasındaki şık Amerikan subay kulübü gibi.
Berlin’e girdikten sora Kızıl Ordu hiç de kibar davranacak değildi. İçerideki kıtlık ve açlıkla Sovyet işgalinin ilk anda baş edebilmesi mümkün değildi. Üstelik doğuda işgal edilen eyaletlerden kaçan önemli bir muhacir kitlesi de buradaydı. Galiba Alman toplumunun organizasyon dehası burada kendini gösterdi. Bombardıman artıklarını temizlemek için örgütlendiler. Bilhassa şehrin bölünmesinden sonra Amerikan işgal kuvvetleri halkın beslenmesine ciddi yardımda bulundular. Ankara Siyasal Bilgiler Okulu’nun misafir profesörü Ernst Reuter birkaç gün içinde yok oldu ve Berlin’de ortaya çıkıp belediye reisliğine geçti.
EN İYİ KİMSE KORUYAMAZ
Önemli değişikliklerden biri Kızıl Ordu’nun kendi işgal sahasında kalan bazı zenginlikleri Rusya’ya taşımasıdır. Troya Hazinesi bunlardan biridir. Şahsen bu nakil beni hiç rahatsız etmez. Eminim birçoğunuzu da fazla ilgilendirmiyordur. Nihayet bizim topraklara ait olup şuursuzluğumuzdan dolayı kaptırdığımız bu geç bronz devri hazinesinin Berlin’de ya da Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde teşhirinin hiçbir farkı yoktur. Üstelik Berlin’deki müzelerin bombardımandan dolayı yaşadığı tahribat; “Bu eserleri en iyi biz koruruz” efsanesinin de çöküşünü gösterdi. Eski eseri dünyada en iyi kimse koruyamaz. Ona da ölümüne sahip olmak gerekir ve bu da değeri sahip olan tarafından iyi anlaşılırsa mümkündür.
Bilinen olay; doğudan batıya kaçışların artması dolayısıyla Berlin Duvarı’nın çekilmesidir. Bundan evvelki en mühim olay ise Kennedy’nin Brandendurg’un önündeki meydan nutkudur. “Ich bin ein Berliner” (Ben bir Berlinliyim) diye bitiyordu.
23 Nisan günü çoluk çocuğun bile katıldığı Alman savunması, SS birliklerinin son direnişi ve Kızıl Ordu’nun bastırmasıyla sona erdi. Reich başkentinin çöküşü tarihçilerin ittifakla kabul ettiği gibi Kızıl Ordu’nun bir zaferidir. Dolayısıyla Mayıs’ın 8-9’unda kutlanan zafer günü, yeni Rusya’da değişmeyen bir anane olarak kalacaktır.
GÜNEYE DOĞRU SIĞINDILAR
Birleşen Berlin, alınan tedbirlerle ilk anda pahalı bir şehir durumuna düşmedi. Ama zamanla sosyal kanunlar gereğini yerine getirdi. Bugün Berlin pahalı bir şehirdir. Yaşam hoştur, ama zordur. Eski Berlinliler ise “Orası artık Berlin değil” sloganıyla çoktan güneyin küçük, sempatik şehirlerine sığındılar. Ama Berlinlilik vasıflarını hep taşırlar. Aslında Berlin Nantes Anlaşması’nın kaldırılmasıyla 18. asrın başından itibaren Fransız Protestanlarının (Hugenot) göçü ve yerleşmesiyle kalkınmış bir şehirdir. Hem Alman hem de Avrupa tarihinin önemli kurumlarının cereyan ettiği ama çoğumuzun kabul edebileceği gibi ne Paris’tir ne Londra ne de Roma.
Duvar kalktıktan sonra galiba en kâr edenler Türkler oldular. Doğu ve Batı Alman Markı’nın eşitlenmesinden spekülasyon alışkanlıklarıyla istifade ettiler. Duvarın dibinde kalan Kreuzberg semtinde mülkü olanlar bu işten hayli kazançlı çıktı. Ama Doğu ile Batı’nın birleşmesi, Berlin şehri düzeyinde de hâlâ sona ermiş değil. İki dünyanın birleşme sorunları devam ediyor.
Paylaş