Paylaş
İKİ yıl sonra Lozan Antlaşması’nın 100. yıldönümü geliyor. 1922’nin 21 Kasım’ında Lozan Barış Görüşmeleri ismi geçen şehirdeki meşhur otelde başladı. Seksiyonlar ayrı yerlerdeydi. Göl kenarındaki Uşi bölgesinde de Yunanistan’la olan anlaşmalar, müzakereler yürütüldü. Şehrin idari yapısının harekete geçtiği anlaşılıyor. Müthiş tedbirler alındı. Otel personeli çok lisan bilenlerden ilave adamlarla zenginleştirildi.
MÜTHİŞ BİR SİNİR HARBİ
Türkiye bir geçişteydi. Delegelerin kalpakları yanında İsmet Paşa Avrupalı diplomatlar gibi frak ve silindir şapkayı tercih etmişti. Silahlarımızın girdiği kadar yeri aldık. Ne bir atiyye yapıldı ne de kaybettik. Asıl problem Musul ve boğazlardı... Lozan’ın boğazlar statüsü şüphesiz ki mütareke dönemine göre çok daha ileri bir adımdır. Fakat bugünkü, lehimizdeki rejim on sene sonraki Montrö ile geldi. Asıl büyük kavga kapitülasyonlardaydı. Bu yüzden de sulh görüşmeleri bir ara kesildi. Lord Curzon ile İsmet Paşa arasında müthiş bir sinir harbi vardı. Beyhude küstahlıkla tutarlı inatçılığın kavgası; inatçılık kazandı.
‘MUDANYA’DAN GELDİK’
Fransa, antlaşma görüşmelerinin ortasında bu antlaşmanın yeni tartışmalar yaratacağını ve başka bir belirgin sonuç sağlamayacağını belirtti. Bu, Türk delegasyonunun Şubat 23’te toplantıyı terk etme nedenidir. Curzon isteklerini “Trenim akşam altıda kalkıyor, ya evet ya hayır” gibi kaba bir başöğretmen edasıyla ortaya koymuştu. Hatta bir ara Curzon; Mondros’ta Türklerin Birinci Harb’e girerken kaldırdıkları kapitülasyonları, İtilaf Devletleri’nin lehlerine çözüm için vaatte bulunmalarından söz ettiğinde, Paşa’nın cevabı “Biz buraya Mudanya’dan geldik” oldu.
Birinci Cihan Savaşı büyük devletlerin kızgınlığı ve bu harpte büyük devlet adamları gibi şahsiyetler ortaya koyamamasıyla bitmiştir. Yeni Türkiye savaşta ve barışta bu keşmekeşin dışında kalmayı ve devlet adamı kadrolarını önemli bir mirasın yarattığı zaferi kazanmasıyla bitmiştir. Fransız Başbakan Raymond daha başından İngiltere’yi yüzde yüz desteklemekten vazgeçti. Daha evvelki görüşmelerinde Benito Mussolini ise “bu görüşmelerin sonuç sağlayamayacak olduğunu ve hiç ilgilenmediğini” söylemişti.
HÂLÂ KITLIK ÇEKİYORUZ
Türkiye, Sovyet Rusya’nın yaptığının aksine borçları ödememek gibi bir tavrı olmayacağını belirtmiştir. İki yıl sonra temmuz ayında Birinci Harb’i bitiren ünlü antlaşmanın 100. yılını kutlayacağız. Rahmetli Seha Meray Hoca’nın tam tercüme yayımladığı kongre zabıtları, metinleri ve nihai senet dışında hâlâ art planı araştıran literatürün kıtlığını çekiyoruz. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden önemli bir olayıdır, Lozan...
KUTLAMAYA HAZIRLANMALI
Antlaşmanın 100. yılında Lozan hükümlerinin bir ölçüde kalkacağı efsanesi Curzon’un ihtiyat tedbirleri arasında bu antlaşmanın yeniden ele alınacağı konusunda verdiği beyanat açıktır. Ne var ki bu istek kabul görmüş değil. Bir konferansın sonuçlarını tayin edecek tartışmalar sırasında her şey ileri sürülebilir. Birtakım grupların amali (emelleri) ve ham hayali için 100. yılın gelmesini boşuna bekleyenler hariç, biz bilimsel ve öğretici bir Lozan kutlamasına hazırlanmalıyız. Çünkü bırakınız milleti, politikacılar ve okumuşlar bile hâlâ Lozan’ı okumuş değil.
TÜRKİYE TARİHÇİLİĞİ
1930’larda Kemalist rejimin tarihçilik alanındaki en önemli çabalarından biri Türk tarihini dünya tarihi içinde mütalaa ederek yazmaktı. Bu tabii rastgele kaynaklardan, ansiklopedilerden devşirilen bilgilerle yapılacak değildi; bir plan söz konusudur.
Arkeoloji, bu memlekette 19. asırda da vardı ama onu sistematik şekilde öğrenen gençler (Ekrem Akurgal ve Sedat Alp gibi) arkeoloji ile Asiroloji ve Hititoloji gibi klasik dilleri öğrenmek için Almanya’da ve Avrupa’da doktora yapıp geldiler. Aynı şekilde Bizans tarihine de çok önem verildi. Bu dönemde İbrahim Kafesoğlu, Fikret Işıltan gibi isimler, Bizans tarihçisi olmak için yurtdışına gönderildi. Maalesef bu zor dalda yükselme pek göze çarpmadı. Yakın dönemlerde Bizans tarihçiliği, Boğaziçi Üniversitesi’nde Amerika eğitimlilerin ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde eski Yunanca ve Yunanistan’da yeni Yunanca öğrenenlerin yaptıkları sentezle gelişti. Melek Delilbaşı bu ekolün bizim nesil öncüsüdür.
BİZANS KAYNAKLARIYLA ÇALIŞMA
Memnuniyetle görüyoruz; artık gençler Bizans tarihi alanında Bizans kaynaklarıyla çalışmaya başladı. “Bizans Anadolusu’nda Askeri ve İdari Bir Sistem: Thema Sistemi” adlı eserle Cüneyt Güneş’in Türk Tarih Kurumu’nda çıkardığı tez bunların başındadır. Toprak yönetimi ve toprağın işlenmesi için takip edilen sistemin dışında, Oriens ve Illyricum diye ayrılan II. Roma İmparatorluğu’nun eyalet sistemini ele alan bu tez; Anadolu’daki strategosların (tıpkı beylerbeyi, sancakbeyi gibi) maiyetinde idare edilen temaların her biri için bilgi veriyor. Benim şahsen “Türkiye İdare ve Teşkilat Tarihi” kitabımda giriş için çok kısa değindiğim bu konu, bundan sonra Türk öğrencilerin istifadesine sunulan bir büyük inceleme halini aldı. Bu bir “Bizantinist”in eseridir. Bütün imparatorluğun coğrafyasını tarayan ve tanıtan bir monografidir.
Tabii Bizans’ın “Thema Sistemi” gökten inmedi. Ahamanişlerin “satraplıkları”, Sasani İmparatorluğu’nun “eyalet sistemi” (marzubânlıklar) ile birlikte Osmanlı “sancak sistemi”ne geçişi sağlayan 1.000 yıllık evrimin, evveli ve ahiriyle ele alınacağı çalışmaların yapılması kaçınılmazdır.
3. ASRI İLE 9. ASRI ARASI
Bizans tarihçiliği konusunda orijinal eserlerin tercümesi ve bu tercümelerdeki ilgili pasajların değerlendirilmesi ayrıca önem arz eder. Hatice Aydın’ın Theophanes Confessor’ün kroniğinden yaptığı sistematik alıntılar, kronik üzerinde bir inceleme ve bu kronikte geçen eski Türk kavimleri hakkındaki parçaların (fragman) yapılan çevirileri, bu sahadaki bilimsel bir ikinci monografidir. (“Theophanes Confessor’ün Kroniğinde Türkler: 284-813 - Avrupa Hunları, Ak Hunlar, Sabirler, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar” adlı Kronik Kitap’tan çıkan kitap.) Bizans’ın 3. asrı ile 9. asrı (284-813) arasındaki tarih, I. Roma’dan farklı olarak, bizim atalarımızla uğraşan, mücadele eden ve hayatını sürdürmeye çalışan bir devletti.
Galiba Türk tarihçiliğinin safsatalardan, abartmalı methiyelerden ve asılsız yorumlardan kurtulması, bu gibi başarılı çalışmalarla ve kroniklerden yapılacak emandasyon ve çevirilerle mümkün olacak.
Paylaş