Paylaş
Her ne kadar kendisini, daha doğrusu edebiyatçı kişiliğini “Şehrazat ile Beckett’ın evliliğinden doğmuş bir çocuğum” diyerek tanımlasa da geniş kitle onu ‘Sincanlı Kafka’ olarak tanıdı.
Bunda adının edebiyat dünyasında ilk duyulmaya başladığı yıllarda bir devlet kurumunda, Maliye Bakanlığı’nda veznedarlık ve icra memurluğu yapmasının da etkisi vardı. Yazdıkları olmasa da yaşam biçimiyle çok sevdiği Kafka’ya benzetilmişti en başta.
İçine kapalı, çekingen yapısı, sade memur hayatıyla Sincanlı Kafka’ydı o.
Bir de yaşadığı ve kendisinin de Kafkaesk olarak yorumladığı bir olay neden olmuştu bu ismin yerleşmesinde.
28 ŞUBAT VE SİNCAN
‘Bin Hüzünlü Haz’ adlı romanı ile Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazandığı 1999 yılıydı. Edebiyat dünyasında adının iyiden iyiye duyulduğu, ünlü ve ödüllü bir romancıydı artık.
Ankara’nın 20-25 kilometre uzaklıktaki küçük ilçesi Sincan’da, oğlu ile 43 metrekarelik bir evde yaşıyordu. Cevdet Kudret Ödülü’nü kazandığının açıklanmasından sonra bir televizyon kanalından aranıp kendisiyle röportaj yapmak istemişlerdi. Ertesi gün çekimler yapılmış, Sincan sokaklarında dolaşılmış ve ödül üzerine düşünceleri alınmıştı.
O gece ödül haberinin verilişini şöyle anlatmıştı Toptaş daha sonra: “Önce ekranda 1 Şubat günü olay yaratan şeriatçı tiyatro oyunundan görüntüler belirdi, arkasından da 4 Şubat’ta tankların geçişi. Hemen bunların ardından spiker ekranda belirdi ve ‘Sincan sadece tank sesiyle hatırlanmayacak. Orada bir edebiyatçı da yaşıyor’ diye izleyicilere seslendi.” Spiker, daha sonra Hasan Ali Toptaş’ın Cevdet Kudret Ödülü’nü kazandığını söyler ve ekranda yazarın nasıl yaşadığı, neler yazdığıyla ilgili küçük bir bölüm gösterilir.
Coğrafyanın kader olduğunu bir kez daha anlayacaktır Toptaş. Hem 28 Şubat’ın simgesi olan bir ilçede oturduğu hatırlatılacak hem de ertesi gün çalıştığı daireye polis gelerek Türkiye’de yazara, aydına bakışın nasıl olduğunu bir kez daha yaşayarak gösterecektir.
‘DAVA’ ROMANI GİBİ
Polis memuru önce, “Sen bir şeyler yazıyormuşsun, ne yazıyorsun?” diye başladığı konuşmasını Toptaş’ı karakola davet ederek sonlandırır.
Önceki akşam yayımlanan televizyon programından semtlerinde bir yazar yaşadığını öğrenen karakol komiseri başlar sorularını sormaya. Toptaş bu kitabın ilk değil dokuzuncu kitabı olduğunu anlatırken kendisini karakola götüren polislerden biri, gayriihtiyari olarak “Vay be, demek biz uyuyormuşuz” diyerek gösterir tepkisini.
Komiser kitapların kendilerine niçin gönderilmediği, yazdıklarının neler olduğu şeklindeki soruları sorduktan sonra Toptaş’ı karakoldan uğurlar.
Kafka’nın ‘Dava’ romanını aratmayacak bu tuhaf soruşturma ‘Sincanlı Kafka’ adını iyice perçinleyecektir.
KASABA MEYDANINDA KEMALETTİN TUĞCU OKUYAN ÇOCUK
1958’de Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Baklan kasabasında doğar Hasan Ali Toptaş. Söyleşilerinden oluşan ‘Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız’ kitabının kapağındaki çocukluk fotoğrafıyla anlatır kasabada geçirdiği yılları: “Çocukluğumun özeti gibidir adeta. Kasaba meydanında, elinde Kemalettin Tuğcu’nun kitabıyla gezen bir çocuk.”
‘Kuşlar Yasına Gider’ romanıyla bir kez daha o döneme, babasına, dönecektir yıllar sonra: “Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır. Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü.”
Kasaba ve kent arasında gidip gelen kendisi, hayatı da romanlarında anlattığı gibidir. Uşak Meslek Yüksekokulu’ndaki öğrenimini yarım bırakır. Çivril ve Sincan vergi dairelerinde çalışır. 1996’dan itibaren Sincan Hazine Avukatlığı’nda memur olarak görev yapıp 2005’te emekliye ayrılır.
Ve yazmayı hiç bırakmaz.
İlk öykü kitabı ‘Bir Gülüşün Kimliği’ 1987’de, ikinci öykü kitabı ‘Yoklar Fısıltısı’ 1990’da yayımlanır. İlk kitaplarını yayımlatmakta hayli zorlanır. Ancak 1990’lı yıllar art arda yayımlanan kitapları ve aldığı ödüller ile edebiyat dünyasındaki yerini iyice sağlamlaştırır.
‘Ölü Zaman Gezginleri’ adlı öykü dosyasıyla 1992 yılında Çankaya Belediyesi ile Damar edebiyat dergisinin düzenlediği yarışmada birincilik ödülü alır. Aynı yıl ‘Sonsuzluğa Nokta’ adlı yayımlanmamış romanıyla Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada mansiyon alınca kitap Kültür Bakanlığı tarafından tekrar basılır. 1994’te Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldığı ‘Gölgesizler’ romanı onun adını aynı zamanda dünyaya da duyuracaktır. Kitap Almanya, Finlandiya, Güney Kore, Hollanda, İsveç ve Fransa’da yayımlanır ve 2009’da Ümit Ünal tarafından aynı adla filme çekilir.
‘Bin Hüzünlü Haz’ adlı romanı 1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne, ‘Uykuların Doğusu’ adlı romanı ise 2005 Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görülür. Şiirsel metinler, denemeler ve çocuk kitapları da yazan Toptaş’ın 2013’te yayımlanan ‘Heba’ romanı 2013 Sedat Simavi Ödülü’ne değer görülür.
YAZARLIK BAHŞEDİLMİŞ
Sydney Morning Herald gazetesinden Andrew Rimer’ın dediği gibi “Toptaş’a yazarlık âdeta bahşedilmiştir.” Yazdığı hemen her kitap merakla beklenen, büyük bir iştahla okunan Hasan Ali Toptaş, kısaca ‘HAT’ır artık o.
“Bana göre, yazmak, her türlü iktidarın etkisi dışında yapılan, çok özel bir şeydir. İktidar devlet olabilir, iktidar okurun eğilimi, eleştirmenin bakışı, editörün anlayışı olabilir. Yazar kalemi eline alıp eğildiğinde kâğıdın yüzüne kendi gölgesiyle birlikte bunlardan birinin gölgesi de düşüyorsa, bana göre yazılacak olan metin daha baştan zedelenmiştir.”
Düşle gerçeğin birbirine karıştığı, bilincin farkına bile varılamamış parçalanmışlığının resmedildiği çok katmanlı metinleri ve büyülü diliyle günümüzün en özgün ve önemli yazarlarından birisidir artık.
Yıldız Ecevit’in tanımıyla “Yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri Hasan Ali Toptaş. O bir kurgu-dil sanatçısı; ödün vermez bir biçim ustası; yirminci yüzyıl edebiyatının vardığı çizginin en uç noktası”dır.
Paylaş