Paylaş
İkinci Yeni akımının en önemli ismi Edip Cansever’in seramik sanatçısı Alev Ebüzziya’ya yazdığı mektuplar ‘İki Satır, İki Satırdır’ başlığı ile Yapı Kredi Yayınları tarafından ilk kez kitaplaştırılarak yayımlandı. Habil Sağlam’ın hazırladığı kitapta Cansever’in Ebüzziya’ya yazdığı 123 mektup yer alıyor.
1962 ile 1976 yılları arasında kaleme alınmış mektuplar, 20’nci yüzyılın biri modern seramik alanında öncü bir rol oynayan, diğeri Türk şiirinin son büyük atılımında başı çeken iki sanatçıyı birbirine bağlıyor. Cansever bu bağı şöyle tanımlıyor mektubunda: “Sen çömlekçisin ben şair... Senin kullanacağın çamurlu tasta, benimki aslan ağzında. Sen rüyanda biçimler görürsün, ben kelime. Bizimki de kolay değil kardeşim. Kolay değil hani. Böyle çile çekmek sanat adına Tanrı’nın günü... Gördün mü, nasıl da uyuverdik O. Veli’nin şiir kalıbına: ‘Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi...’ değil de, değil de ikimiz de sanat delisi.”
Edip Cansever ile Alev Ebüzziya, 1960’lı yılların başında İstanbul’da bir arkadaş çevresinde tanışır. İstanbul’da başlayan mektuplaşmalar, Ebüzziya’nın 1962 yılında bir porselen fabrikasında tasarımcı olarak çalışmak üzere Danimarka’ya yerleşmesiyle birlikte İstanbul-Kopenhag hattında gidip gelmeye başlar. Yüz yüze görüşmeleri Alev Ebüzziya’nın tatil için İstanbul’a geldiği yaz aylarında olur. 1963 yılında David Siesby ile tanışan Ebüzziya, 1967 yılında evlenir. Cansever’in platonik aşkı bu süreçte sıkı bir dostluğa evrilse de mektuplarındaki tutku devam eder. Ebüzziya-Siesby evliliği 1977 yılında sona erdikten sonra Alev Ebüzziya, hayatındaki değişiklikler nedeniyle Cansever ile de yazışmayı keser. İkili mektupların kesilmesinden sonra bir daha görüşmez. Alev Ebüzziya, Cansever’in kendisine gönderdiği mektupları yarım asırdan fazla bir süre saklasa da Cansever 28 Kasım 1975 tarihli mektubunda kendisindeki mektupları (bütün mektupları) ‘üzülüyorum ama zorunluydu’ diyerek yırttığını yazar. Sanki bu mektupların bugüne kadar kalacağı ve okura ulaşacağı kehanetinde bulunur gibi şöyle der: “Gene de bir avuntu kalıyor. Şöyle: benim sana yazdıklarımda, biraz da senin bana yazdıkların yok mu? ‘Bir el karanfilin yanında kalır.”
60’LARIN BOHEM İSTANBUL’U
Tutkulu bir aşığın kaleminden çıkan mektuplar, aşkına karşılık bulup bulmadığına göre gidip gelen ruh hallerini çok uzaktaki muhatabına ‘kelime kelime, harf harf’ aktarırken Cansever’in çok özel dünyasının kapılarını da açıyor. Edip Cansever şiirinin oluşum süreçlerini, kılcal damarlarında dolaşan imge dünyasını gösteriyor. Kendi yüz hatlarında şehrin izlerini seçen şairin İstanbul’unun da haritasını çıkartıyor. Mektuplar, bir anlamda Edip Cansever şiirinin kara kutu deşifreleri olarak da okunabilir.
Habil Sağlam’ın önsözde belirttiği gibi ‘Sevgili Alevci’ye mektuplar yazan Cansever’i kâh Kapalıçarşı’daki dükkânın asma katında, çalışma masasına kapanmış halde tepesindeki pencereden karanlığa benzer bir şeyler düşerken bulacak, kâh çareyi işrette aradığı gecelerde şairin peşine takılıp 60’lı yıllar boheminin edebi coğrafyasını bir uçtan bir uca kat ederken ona eşlik edeceksiniz.”
EDPCNSVR
Edip Cansever mektupların büyük bir bölümünde “Beni daha iyi tanıman için, adımın sesli harflerini unutarak yazacağım” diyerek “EDPCNSVR” imzasını kullanıyor. Kitapta yer alan ilk mektubunda Alev Ebüzziya’ya ‘Merhaba, Şiirli Esmer Derinlik’ diye hitap ederken sonraları ‘Sevgili Alev’ ve ‘Alevci’yi tercih ediyor.
Genellikle mektup alamamaktan şikâyet ettiği satırlarında büyük bir özlem ve kırgınlık kendini hissettiriyor: “Uzun süre yazmamak küskünlüğe benziyor. Arada bir kart filan atardın hiç olmazsa. Neden? Ne oldu? ‘Canım yazmak istemiyor’ da diyemez miydin?
Uzun süre susmak şiire de benziyor. Şiir sessizlikte mayalanır çünkü, sessizlikte insanlaşır.
15. Mektup “Sevgili... Alevim... Benim,” diye başlıyor ve şu cümlelerle sona eriyor:
“Sevgili sevgilim, saat 13. - Şiir yazmak için izin istiyorum senden. Yazabilir miyim? Söyle bana.
Seviyorum, öyleyse varım.”
ANLAMSIZLIĞIN SIKINTININ ÇAĞDAŞ BİR YÜKÜYÜM SANKİ
“Sevgili Alev,
Sana öyle bir mektup yazabilmeliyim ki, Kutsal Kitap gibi, ne zaman eline alsan, neresinden okursan onu, bir şeyleri aydınlatmalı bu mektup ve senin içtenliğin oranında büyümeli, çoğalmalı, güçlenmeli... Ama yazamıyorum işte. Ne İsa gibi duygu peygamberiyim, ne de fikirlerine çok inandığım çağdaş bir düşünür kadar akıllıyım. Ben, ben’im sadece; anlamsızlığın, sıkıntının çağdaş bir yüküyüm sanki. Tuhaftır, kendi yarattığım bu yükü bile kaldıramıyorum kimi zaman. Ve işte o zaman ki, bütün çılgınlıklar beni buluyor; nefretler, anlamsız yalnızlıklar, alkoller...”
MEKTUPLARIN EN GÜZEL YERİ KENARLARIDIR
Elyazısıyla yazdığı mektupların kenarlarını da dolduran Edip Cansever “Mektupların en güzel yerleri kenarlarıdır. Istakozların bacakları gibi” diyerek duygularını en yoğun şekilde ifade ediyor. Sayfanın yetmediği yerde kenara taşan cümlelerine şöyle devam ediyor: “Hâlâ esmer misin? Çok güzel misin hâlâ? Palton ne renk? Dişlerin bembeyaz mı gene? Neremi seviyorsun benim? Tabiat eğrisi bir yaratığım ben. İstanbul’a gelince, dudaklarını çekmeden, upuzun öpmeni istiyorum. Hı mı?”
YAŞADIĞIM RÜYAYI YÖNETİYORSUN
“Dünyaya bakıyorum Alevci, biliyor musun, her şey sana benziyor. Bir çan kulesi de, bir yaz patı da, bir şehrin uzaktan görünüşü de. Rakı da sana benziyor, kadeh de, çarpıntılı bir kırlangıç balığı da. Sen biraz her şeysin. Rüyama girmiyorsun ama, yaşadığım rüyayı yönetiyorsun, gerçekleştiriyorsun.”
Paylaş