114 yıllık bir geçmişi var Türk sinemasının... Ve bu 114 yıllık geçmişte, binlerce sinema emekçisinin imzası bulunuyor. Ancak bu renkli, şaşaalı sanat dalının perde arkasında, zaman zaman yürekleri sızlatan manzaralar da yer alıyor.
Özellikle ilk kuşak emekçilerin yaşam mücadelesi gözardı edilemeyecek bir gerçek. Kimisi ilacını alabilmek, kimisi emekli olabilmek, kimisi kirasını ödeyebilmek için belli başlı kuruluşlardan ya küçük miktarlarda destek alıyor ya da alabilmek için çaba gösteriyor. Hülya Avşar, bu haftaki sohbetinde Türk sinemasının kanayan yarasına parmak bastı. Avşar, SODER (Sinema Oyuncuları Derneği) Başkanı ve sinema sanatçısı Yusuf Sezgin, SE-SAM (Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği) Başkanı ve yapımcı Kadri Yurdatap, 50 yıllık sinema mazisi olan Lale Film’in sahibi Necip Sarıcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürü Asaf Koçtürk, 150 filmde rol alan Kayhan Yıldızoğlu ile Türk sinemasını ve sinema emekçilerinin sorunlarına nasıl çözüm bulunabileceğini tartıştı.
Hülya Avşar:Sinema emekçileri çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürüyor. Neden Türk sineması ve emekçileri bu kadar istihdama rağmen zor durumda?
Necip Sarıcı: 114 yıllık sinema geçmişimiz var. İlk nesil görevini tamamladı ve hayatta olan birkaç isim var. Onlar bizim son askerlerimiz. Bu son askerler de çok hasta. Kimisi kalp ameliyatı, kimisi kanser tedavisi için mücadele veriyor. Kuruşlarla geçinmeye çalışıyorlar. Ve onlar o kadar onurlu ki kimseyi de bu konuda aramıyorlar. Neden bu sorunlar var? Şimdi yeni gelen nesil, yeni sinemacılar ticareti biliyor, parayı kapmasını biliyor. Çok akıllılar.
H.A-Yani eski sinemacılar akıllarını kullanmadıkları için mi bu durumdalar?
N.S- Hayır. Bence onlar bu yaşantıyı haketmediler. Çünkü o zamanlar her şey boğaz tokluğuna yapılıyordu. İnanın ufak bir hediye karşılığında filmde oynayanlar bile vardı. O dönemlerde sinemadan çok iyi paralar kazanan, iki yakasını bir araya getiren sinema sanatçısı çok azdı. Sadece biraz akıllı olan ya da aileden durumu iyi olanlar öyle çok zor durumlara düşmediler. Tabii bazı oyuncularımız da az da olsa kazandıkları paralarını iyi kullanamadı. Hepsi gençti... Yediler, içtiler, gezdiler.
Kadri Yurdatap: Durum o kadar da kötü değildi. 1970 öncesi Türk sineması inanılmaz güzeldi. Hem yapımcılar hem de oyuncular para kazandı. Ancak 1990’dan sonra Türk sineması bitti.
H.A- Peki o yıllardan bugüne ne değişti ki insanlar zor durumda kaldı?
K.Y- Bir filmde en az parayı alan set işçisidir. Şimdi aynı yapıda olan birkaç adam var. Set işçisi olup üç çocuğunu üniversite okutan, evi olan da vardı, parayı alır almaz içmeye giden de...
H.A- ‘Sinema bize bakmıyor’ isyanı doğru değil mi?
K.Y- Tabii ki belli sıkıntılar var.
H.A-Peki Kültür Bakanlığı’nın sinemaya desteği nedir?
Asaf Koçtürk: 1986’da çıkan bir kanun var. Bu kanunda da adı biraz üzücü olan ‘Muhtaç sanatçılara yardım’ başlıklı bir fon var. O günden bugüne kadar da bakanlığın bu fonundan ihtiyacı olanlara yardımlar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Bakanlığımız şu an bir kişiye 500 milyon verebiliyor.
H.A-Başka sanat dallarına yardımda bulunuluyor mu ya da ihtiyacı olanlar var mı?
A.K- Bizim kanunumuzda sadece sinema ve müzik sanatçılarına dair bir hüküm var. Tiyatro ve edebiyat alanında ihtiyacı olan çok fazla kişi yok. Sinemada ihtiyaç daha fazla.
H.A-İşte neden sinemada bu ihtiyaç çok fazla?
A.K- Sanırım üretimden kaynaklanan bir sorun.
K.Y- 1990’dan sonra hiç film çekilmedi ki.
H.A- Peki bu zor yaşam şartlarının ortaya çıkmasında seks furyasının etkisi oldu mu?
K.Y- Yok olmadı. Biz o furyayı başka şekilde atlattık. Arabesk veya vurdulu, kırdılı filmler yaptık. Dolayısıyla erotizm bize herhangi bir şey vurmadı.
A.K- Yılda yüz film çekilmiş olsa böyle bir sorun olmazdı.
K.Y- Tabii... En önemli şey üretimsizlik.
H.A-Zaten sanatçılar da sinemanın içinde bulunmak, küçük de olsa rol almak istiyor.
K.Y- Ama bir de şöyle bir sorun var. Bu sinemanın değil, televizyonun yarattığı bir sorun. Televizyon yeni yüzler istiyor. Seyirci kimden ne geleceğini bilmemeli ki, o filmi seyretsin. Hayatın boyunca belli bir insana o rolü oynatamazsın.
H.A-Sinemaya emek vermenin zamanı mı var?
K.Y- O seyirciye bağlı bir şey. Öyle bir dönem falan yok tabii ki. Kimi insandan 3 yılda bıkılır, kimi insandan 30 yıl geçse bıkılmaz.
H.A-Yani bu biraz şans işi...
K.Y- Sinemaya emek vermeye başladığın zaman, para akarken tutacaksın. Aktığı zaman toplayanların hepsi şimdi rahat. Para kazandığı zaman bir kahve açsa, başka bir şeye yatırım yapsa inanın hepsi kurtulur, kimseye muhtaç olmazdı. H.A-Sosyal güvenlik alanında sorun yok mu?
A.K- Aslında sorun en baştan itibaren başlıyor. Birçok insanın o yıllarda sigorta primleri ödenmiş olsaydı, sıkıntı çeken insanlar yıllar öncesinden emekli olacaktı.
H.A-Şimdi bu yapılıyor mu?
A.K- 1994 yılından beri yapılıyor.
H.A-Bir tek filmde oynayana da yapılıyor mu?
A.K- Bakın yapımcı, film çekimi süresince figüran dahil herkesi sigorta ettirmek zorunda. Aksi takdirde o filmin gösterimine izin vermiyoruz.
H.A-Ben ondan bahsetmiyorum. Ben gelecek açısından yapılan sigortadan yani emeklilikten bahsediyorum.
A.K- 1993 yılında sanatçı borçlanmasıyla ilgili çıkan bir kanun var. O borçlanmayı yapanların tamamı emekli oldu zaten.
N.S- Olmayanlar da var.
H.A-Emekli olmayan, zor durumda yaşayan ne kadar sinema emekçisi var peki?
K.Y- Bunu kimse bilemez. Ayrıca bu insanların emekli olması da sorunları çözmüyor. 350-400 milyon emekli aylığı var. Bu neye yeter ki?
H.A- Şehir Tiyatroları oyuncuları ne kadar maaş alıyor?
K.Y- En düşük maaş 1 milyara yakın.
H.A-Sinemada niye böyle bir sistem yok?
A.K- Sinema bu anlamda farklı bir alan. Belki tiyatro ile sanatsal anlamda benzerlikleri olabilir ama sinemayı bir kalıba sokamazsınız ki...
H.A- Sinemayı da bir kalıba sokabilirsiniz. Nasıl Şehir Tiyatroları oyuncuları varsa şehir sinemaları oyuncuları da olabilir...
K.Y- Yani diyorsun ki devlet sinema oyuncularına da maaş versin ama onlar da özgür bir şekilde çalışmalarına devam etsinler.
H.A-Özgür şekilde çalışmaları şart değil. Devlet onlara belgesel çektirtebilir.
A.K- Devletin desteği var ama.
H.A-Neden sinema oyuncuları zor durumda ve her gün bir emekçiyi, bir köşede ölmüş olarak buluyoruz?
n Yusuf Sezgin: SODER adına buna katılmıyorum. Üyelerimiz içinde ya da sinema sektörü içinde kimsenin cenazesi sokakta, kimse hastanede kalmıyor. Bir Sami Hazinses olayı var. Dengesiz bir insan olduğu için gazetecilere, ‘Param yok, sokaktayım’ dedi. Emekli maaşı vardı, derneklerden yardım alıyordu, kendi cemaati yardım ediyordu. Yani kimse sokakta kalmıyor.
H.A-Yani sinema oyuncularında zor durumda kalan, ağlayan insanların hepsi kendi hatalarından dolayı zor durumdalar.
Y.S - Kendi hatalarından kaynaklanan problemler bunlar tabii ki. Bazılarının alkol problemi var, bazıları at yarışı oynuyor. Bazıları da şöyle hatalar yapıyor. Mesela bir dizi film çekilecek. Gidiyorlar, yemeği beğenmiyorlar, parasının hemen ödenmesini istiyorlar. O zaman yapımcı ya da yönetmen ne yapıyor, tiyatrodan oyuncu tercih ediyor. Çünkü onlar daha disiplinli, diksiyonu daha düzgün, zamanında sete geliyor. Burada açık konuşuyor. Kendi hataları da var yani. Ama biz hepsine elimizden geldiğince sahip çıkıyoruz. Bilakis biz birbirimize çok destek oluyoruz...
Aşkların en güzeli
Sinema, canım sinema... Kendi başına bir dünya... Aşık olanların, kendine bir yol bulmak isteyenlerin, delilerin, akıllı olanların, bütün hırslarını kusmak isteyenlerin, dünyayı tanımak, modayı takip etmek isteyenlerin, sabit fikirlileri adam eden, ağlatan ama sonunda hep güldüren bir dünya. Görsel bir kitap gibi... Sinemayı sinema yapan, sinema uğruna onun tüm kahrını çeken oyuncuları, nazik, kırılgan, duygusal, ağlarken gülen oyuncuları altın kafeste korumamız gerek. Hepimizin dünyasını süsleyen, hepimizin benzemek istediği oyuncular olmazsa, sinema olmaz. Onlar olmazsa hayal dünyamız olmaz, kültürümüz olmaz, şahsiyetimiz olmaz... Düşünsenize, ‘Sinema yok... ’ Kalbinizin sıkıştığını hissediyor musunuz? Yani hiç aşık olmamak gibi bir şey bu... Peki ya hiç yoklarmış gibi sandığımız ama oyuncularla ağlayan, onlarla bir vücut olan kamera ve set ekibi... Her birinin yüreği aslan gibi... Anneden, babadan, kardeşten daha çok oyuncusuyla iç içe olan o dünyanın en kıymetlilerine ne demeli? Hepsi birer sabır taşı... Ve ben, hepsini çok seviyorum...