Fenerbahçe ve Milli takımın, hatta bana göre, şu an Avrupa'nın en iyi kalecisi olan Rüştü Rençber, başarı çizgisini nasıl oluyor da böylesine sürdürüyor diye merak ediyorsunuz değil mi?
İşte İstanbul'da Hilmi Hoşkan'dan gelen faks, Rüştü'nün bu sihirli gücü nereden aldığını, en samimi ve duygulu satırlarda açıklıyor. Aynen iletiyorum.
‘‘Ben Hilmi Hoşkan. Fenerbahçe Spor Kulübü'nün A-5476 sayılı kongre üyesiyim. Öncelikle sizinle paylaşmak istediğim bir konum var.
Oğlum Emincan Hoşkan 8 yaşındadır. Fanatik Fenerbahçe ve Rüştü hayranıdır. Ne yazık ki 2,5 yıl önce Lösemi illetine tutuldu. Tedavi sırasında Rüştü ile tanışmak istedi ve tanıştı.
O günden itibaren cep telefonundan mesajlaştılar. Bu Emincan'a öyle moral oldu ki, kan değerleri bir anda olumlu yönde gelişiverdi.
Hele bu yıl takımı ziyaret edip Mustafa hocasıyla da tanışınca, keyfine diyecek yoktu.
Rüştü (takım şampiyon olsun eldivenlerim senin) dedi. Bizimki de havalarda. Takımda şampiyon oldu, eldivenler de Emincan'a.
Bu sırrı paylaşmamın nedeni, Rüştü içindi. Rüştü, insan gibi insan, son yıllarda göremediğimiz insanlardan.
Ama bu yazımın ikinci nedeni, oğlum. Sebebi de son zamanlarda Rüştü'ye fazla yükleniyorlar. Emincan (Bilsinler diyor, takım arkadaşını korumak, aslında takım olmaktır. Nasıl olsa sonunda şampiyon oluruz. Baba sende benim için yaz, takım arkadaşımı (Rüştü) KORUYACAĞIM.
Kusura bakmayın bunları yazdığım için. Oğluma söz verdim.
Saygılarımla HİLMİ HOŞKAN
Fener’i, Fenerliler sevsin
Yani bu taraftarlarda yok mu, vallahi bir ömür. Kendilerini ‘‘Bileğimizi kesseniz, kanımız sarı lacivert akar’’ diye tanıtan bir grup Fenerbahçe'li ‘‘Fenerbahçe'mizi sadece Fenerbahçe'li eleştirmenler eleştirsin. Bizim başka takım taraftarı olup, Fenerbahçe'mizi seviyormuş gibi eleştirme numarası yapanlara ihtiyacımız yok. Biz Fenerbahçe'liler birbirimizi tanır ve severiz. Kimselerin yandaş gibi görünüp, aslında iğneli olan eleştirilerini yiyip yutmuyoruz.’’ diyorlar.
Demesine diyorlar da, benim bütün ısrarıma rağmen bu kalemlerin kimlere ait olduğunu söylemiyorlar. Taraftar bu, aralarında öyle şeytanlar var ki, bana bile ser verip, sır vermiyorlar.
TOKAT!
Avrupa Basketbol Şampiyonası'na hazırlanan Milli Takımı'mıza İtalya ve Yugoslavya yenilgilerinden sonra çeşitli eleştiriler geldi.
Hepsinin ortak derdi şöyle ‘‘ Basketbolumuz tarihinin en görkemli dönemini yaşıyor. Evlatlarımız Türkiye'mizin dışında, sırasıyla Yunanistan, Amerika, İsrail ve Rusya liglerinde de mücadele ediyor. Avrupa Şampiyon'luğu arefesinde herşey çok güzel ama, önce İtalya, sonra Yugoslavya karşısında alınan mağlubiyetleri beğenmedik.
Yenilmeyi kabul etmiyoruz. Basketbolcularımızdan Şampiyonluk bekliyoruz. Haksız mıyız?..
Arkadaşlar, yenilgiler, şampiyonluk arefesinde takımımıza iyi birer tokat olmuştur. Ayılıp kendine gelenler, Avrupa Şampiyonu olarak bunun cevabını hepimize vereceklerdir. Hiç kuşkum yok.
SKANDAL
Milli maçın TV'lerden naklen verilmemesi üzerine taraftarlar telefonumu adeta kitlediler.
Aralarında Diyarbakır'dan Abdülcabbar Vatansever'in sözleri çok özlü ve anlamlıydı.
‘‘Takımlarımızın hazırlık maçlarını kapış kapış veren TV. ciler, bizleri milli maçımızdan mahrum ettiler. Utanıp sıkılmadılar mı? Acaba kimlere, nasıl hesap verecekler? Sebebi nedir Hulki kardeş?
Tek sebebi para kardeşler, para. Devir Dervişdevriya, katlanacağız ne yapalım. Hepinizin duygularını kutluyorum.
Cimbom’un derdi para
Ankara Çankaya'dan Ümit Işık ve arkadaşları telefonda uzun uzun dertlerini döktüler.
‘‘Yıllardır şampiyonluklardan şampiyonluklara koştuk. En büyük kupaların sahibi olduk. Eleştirildik, yetmedi, yönetimi değiştirdik. Yine yetmedi, eleştiri üstüne eleştiri. İllallah bu eleştirilerden.
Tek derdimiz de para. Oysa takımımızdan memnunuz. Sakatlar ve cezalılar bir araya gelse, vallahi canavar gibi. İtalya Şampiyonu Roma'yı Berlin'de, hem de yedeklerimizle nasıl elimizden kaçırdığımızı gördünüz. Lucescu da görevini yapıyor ama ille de o para. Ne belaymış bu para.
Peki paramız pulumuz yok diyorlar, Şampiyonlar Ligi'ne Galatasaray'ımız değil de, Topkapı Sarayı mı gidiyor? İnsaf be bu eleştirilere ağabeyimiz. Vallahi hırsımızdan ağlıyoruz’’ dediler.
Bana göre Sezen Aksu'nun ‘‘Sen ağlama dayanamam’’ şarkısı sanki bu arkadaşlar için bestelenmiş. Lig uzun bir maraton. Şampiyonlar Ligi'nde de finallere yürümek büyük şeref arkadaşlar. ‘‘Para para’’ diyorsunuz ama, Cimbom'umuz bu şerefleri parayla elde etmedi. Cimbom'un bugün için parası yok ama, şöhreti çok değil mi sevgili G.Saraylılar!...
Kupanın çirkinliği!
F.bahçe Samsun maçı öncesi verilen Şampiyon'luk Kupası'yla ilgili olarak ne fakslar, ne telefonlar geldi aklınız durur.
‘‘Federasyon'un kupayı aylar sonra gecikmeyle vermesi yetmiyormuş gibi, neredeyse maç başlamak üzere, sanki (Dostlar alışverişte görsün) kabilinden ve isteksiz bir şekilde verişine şaşırdık kaldık.
Aynı Federasyon, Avrupa'daki örnekleri gibi, sahaya görkemli bir set hazırlayarak kupa kahramanlarını tek tek ödüllendirip, sonunda da F.Bahçe kaptanına kupayı verseydi daha güzel olmaz mıydı?’’ gibi eleştirilerin yanı sıra, en ilginç telefonda Kadıköy'de Muzaffer Altındağ ve arkadaşlarından geldi.
‘‘Başta Sayın Ulusoy olmak üzere Federasyon'un tüm üyeleri Fenerbahçe'ye verilen şampiyonluk kupasını satın alırken, ya da birisine yaptırırken acaba çok mu uğraştılar?
O ne çirkin kupadır öyle. Sapı sanki dökmeden yapılmış gibiydi! Kupa şayet gümüşse, ki öyle olduğunu sanıyoruz, ne modelinde, ne de yapısında hiç mi hiç uğraşılmamış, öylesine rastgele alınmış bir su kupası gibiydi. Bizlere göre o kupa şampiyonluk değil, bir çirkinlik kupasıdır?
Taraftarın ne kadar hassas olduğunu ve nelere dikkat ettiğini görüyürsunuz değil mi Sayın Federasyon Yetkilileri?
Sonra da ‘‘Taraftarlar bizi niye protesto ediyorlar?’’ diyorsunuz. Buyrun nedenlerini görün ve benim yerimde olup, cevaplayın bakalım bu eleştirileri?
Spor saatleri çok geç
TV kanallarında maçlardan sonrave özellikle ertesi gün yayınlanan spor programları çok eleştiri alıyor. Konular aynı olduğu için, taraftar isimlerini tek tek yazmıyor, dileklerinisizlere aynen iletiyorum.
‘‘Aslında bizler maçları görüp değerlendirdikten sonra bu programları TV'yi zıp zıplarken izlemek mecburiyetinde kalıyoruz. Saatlerimize bakıyoruz, gece yarısını geçmiş. Ama hiçbiri (Atı alan Üsküdar'ı geçmiş), ya da (Olmuşla ölmüşe çare yoktur) demiyor, çal çene vakit geçirip duruyorlar.
Oysa Avrupa'da bu işler hemen maçtan sonra ve akşamları erken saatlerde verilip bitiyor değil mi beyefendi? Bizde de öyle olamaz mı?’’
Avrupa'yı bilmiyorum ama bizdeki spor saatleri için büyük emekler harcandığına şahidim. Aslında sahura kadar da olsa, izlememiz gerekir. İtiraf edeyim, ben de fazla ‘‘laklaklı’’ programlara dayanamıyor, koltuğumda çoğu kez renkli rüyalara dalıp gidiyorum.