Paylaş
Hayranlığın en koyusuna tutulduğum, en sevdiğim, paylaşmalara doyamadığım, müzik zevkimi zenginleştiren, beni her seferinde kendime getiren, sabahlara kadar konuşmalara doyamayacağım, biricik The Cranberries’in eşsiz vokali Dolores O’Riordan önceki gün vefat etti.
Son senelerde Aaliyah, Michael Jackson, David Bowie, Prince, George Michael, Amy Winehouse gibi saymakla bitmeyecek birçok büyük sesin vefat haberleri bir bir manşetleri doldurdu. Ama Dolores’in haberi beni hepsinden farklı etkiledi. Dünden beri durmadan The Cranberries şarkıları dinliyorum, haberin etkisinden çıkmam pek de kolay olmayacak. Hislerimi, düşüncelerimi The Cranberries ve Dolores O’Riordan ismini duyunca aklıma gelenleri bu yazıda toparlamak istedim.
90’lar ruhunu en iyi yansıtan gruplardan olan The Cranberries o kadar ilginç bir hafızaya sahip ki, dün bu acı haberi öğrendikten sonra Dolores’i sevenlerin yazdıklarını görünce ne kadar çok kişinin aynı ortak duyguda birleştiğini fark ettim. Baştan sona albüm dinleme alışkanlığının henüz tavan olduğu, birbiri ardına rafları dolduran başarılı albümlerin yayınlandığı enteresan bir dönemdi 90’lar. Henüz internet bu kadar yoğun hayatımızda değildi, sosyal medya dediğimiz dünya ise zaten hiç ortalıkta yoktu. Belki de bu yüzden piyasaya çıkan albümlerin etkisi, yeni albümlerin yayınlanma heyecanı daha farklıydı.
İlk Albüm ve Büyük Çıkış
19 yaşındayken Dolores’in bir gazete ilanı sayesinde dahil olduğu o zamanki adıyla ‘The Cranberry Saw Us’ grubu daha sonra The Cranberries adını alıp ilk albümleri ‘Everybody Else is Doing It, So Why Can’t We?’i 1993 senesinde yayınladı. Bu albümden yayınladıkları ‘Dreams’ ve özellikle ‘Linger’ single’larıyla büyük ilgi toplayan grup, müzikal becerilerinin yanı sıra Dolores’in farklı vokaliyle müzik dünyasının dikkatini çekmeyi başardı. 1994 senesi grubun dünya çapında şöhretini katmerleyen bir seneydi. ‘No Need To Argue’ albümüyle pop ve rock dünyasını sarsan grup özellikle ‘Zombie’ şarkısıyla muhtemelen herkesin hayatına giriş yaptı.
Her ne kadar ‘Linger’ ve ‘Dreams’ ile Dolores’i ve canım The Cranberries’i ilk defa duymuş olsam da, büyük bir çoğunluk gibi benim de kendilerini esas fark edişim ‘Zombie’ şarkısıyla olmuştur. Altın rengine boyanmış Dolores’in çığlıklar attığı o klibini ne çok beklerdim televizyonda yayınlansın da izleyeyim diye. Dün Dolores’in vefat haberini duyunca tüm anılar bir bir aklıma düştü.
‘Zombie’ ile bu kadar etkilenen ben Kızılay’da fellik fellik ‘No Need To Argue’ cd’sini arayıp bulamayıp, Olgunlar Sokak’ta bir sahafta albümün ikinci el cd’sini bulduğumdaki sevincim aklıma düştü. Yol boyunca cd’nin üzerindeki o meşhur koltuk resmi ve onun kabartmasını merakla inceleyip, sözlerin yazdığı ama el yazısından tam da okuyamadığım kartoneti incelerken durağı kaçırıp son durakta inip eve yürüdüğümü hatırladım. Kanıma giren ‘The Cranberries’ ve beynime işleyen Dolores’in sesi artık ‘en çok sevdiğin grup nedir?’ sorunun otomatik cevabı oldu o günden beri. ‘No Need To Argue’ o kadar özel bir albümdür ki, sadece ‘Zombie’ değil, Ode To My Family ağıtıyla başlayan ve ‘No Need To Argue’ kapanışıyla biten bu özel albüm nice insanın hayatına çok farklı dönemlerde hem merhem olmuş, hem de unutulmaz bir şekilde yer etmiştir.
‘To the Faithful Departed’ albümü, o albümden yayınlanan ‘Salvation’ single’ı bir başka tekrarlara doymadığım beni çok etkileyen şarkılarıydı. Şarkının bana verdiği motivasyonu hala o gün hissettiğim gibi her dinlediğimde yaşayabiliyorum. ‘Hollywood’, ‘When You’re Gone’, ‘Free To Decide’, ‘Forever Yellow Skies’, ‘I Just Shot John Lennon’, ‘Electric Blue’, ‘I’m Still Remembering’ şarkıları bu özel albümü dinledikçe, zaman içinde açılan özel hazineler gibi her biri bir başka beynime kazınmıştı.
‘Bury The Hatchet’ albümü ve onun peşinde deli divane oluşum da bir başka The Cranberries olayımdı. Defalarca telefonla arayarak ‘yeni Cranberries albümü geldi mi?’ sorusuyla Dost kitabevini çileden çıkartmıştım. Albümün çıktığını duyunca metroyla Kızılay’a gidip kimseler almadan ilk cd’yi alma telaşı, bugün bu yazıyı yazarken ki heyecanımın temelidir.
‘Wake Up And Smell The Coffee’ albümü önceki albümleri kadar beni derinden etkilemese de, konu The Cranberries olunca benzer telaşları ve merakla albümün yayınlanmasını takip ettiğim günler çok da farksız değildi.
İstanbul Konserleri
Grup 2002 senesinde birlikte müzik yapmaya bir süre ara vereceklerini açıkladığında yıkılmıştım. Aynı sene yayınladıkları ‘Stars’ adlı Best Of Albümleri sonrasında son kez birlikte turneye çıkmışlardı ve bu sefer Türkiye’yi de atlamamışlardı.
İlk Türkiye konserleri için 5 Kasım 2002’de CNR’a gelen ekibi, bunca sene merakla takip edip, şarkılarını bir çırpıda söyleyecek kadar ezbere bilen ben, Thermo Kimya finalim sayesinde bir güzel kaçırıp kendimi senelerce affetmeme sebebimdir. Sınavı verip dersi geçsem de hala o konseri kaçırmış olmak bana bugün bile acı veriyor.
2010 senesinde bir başka mucize daha oldu. The Cranberries tekrar turneye çıktı ve yine Türkiye’yi es geçmedi. 2010 senesinde bendeniz o dönem askerken, Temmuz ayında grubun İstanbul’da konser vereceğini öğrenir öğrenmez ilk çarşı iznimde biletimi aldığımı hatırlıyorum. Mayıs ayında askerliğimi tamamladığımda önümdeki en büyük hedef 22 Temmuz 2010 akşamı, 1994 senesinden beri merakla takip ettiğim grubu ilk defa canlı izleyecek olmamdı. Bu heyecanı anlatmanın sanırım tarifi yok. Yıllardır dinleye dinleye kulaklarımda yer eden şarkıları canlı canlı KüçükÇiftlik Parkı’nda canlı canlı Dolores’in sesinden dinlemek paha biçilmezdi.
Avrupa ve Amerika Turnesi İptalleri
En son geçtiğimiz sene ‘Someting Else’ adıyla The Cranberries yeni bir albüm yayınladı. Yeni albüm grubun seneler içinde kült olmuş şarkılarının akustik ve orkestral versiyonlu hallerini içeriyordu. Yeni albümün yayınlanmasıyla grup kısa bir Avrupa turnesi ve Amerika turnesi de açıklamıştı. Roma’daki konser tarihini gözüme kestirip grubu bir kere daha canlı canlı izlemek için tüm planlarımı yapmıştım. Yazın sıcağında Roma seyahatinden 1 hafta önce grup Avrupa turnesinin Dolores’in sırtındaki sağlık sorunu yüzünden iptal ettiğini açıkladığında hevesim kursağımda kalmıştı.
Geçtiğimiz Eylül ayında Dolores artık iyileşti haberi sosyal medyada yankı bulurken, Amerika turnesi planlandığı gibi yapılacak sanırken bir iptal de bu turneye geldi. En son yeni yıl kutlamalarında grubun resmi sosyal medya hesaplarından Dolores’in sağlığının daha iyi olduğu belirtildiğinde gerçekten de içimi bir sevinç kaplamıştı. Bu olumlu haber çok geçmeden dün aniden gelen vefat haberiyle yok oldu gitti. Önceki gece bende bu kadar yer etmiş bir grubun en önemli parçasının aramızdan ayrılması haberiyle biriktirdiğim tüm anılarımı bir seferde hatırladım.
Tüm dünya bu ani ölüm haberiyle sarsılırken, sosyal medya Dolores’in insanların hayatına bıraktığı izleri konuşup, sesinin eşsizliğini en güzel şarkılarıyla paylaştı. The Cranberries’in diğer üyeleri, grubun resmi sosyal medya hesabından Dolores’i kaybetmiş olmanın şoku ile sarsıldıklarını paylaştılar. Açıklamada 1989’dan beri yani The Cranberries’in bir araya gelmesinden bu yana tanıdıkları nadide ses Dolores ile çalışmaktan dolayı kendilerini şanslı hissettiklerini belirten Noel, Mike ve Fergal, açıklamalarına ‘dünya bugün gerçek bir artist kaybetti’ diyerek sonlandırdılar. Anlatsam daha sayfalarca yazabileceğim çok derin bir kayıp Dolores O’Riordan’ın bu kadar erken aramızdan ayrılması. Müzik türü ayırmaksızın sayısız insana dokunmuş melodilerin kraliçesi Dolores’in yeri hep başka olacak. Böylesine özel bir sese tanık olup, şarkılarıyla büyüdüğüm için kendimi şanslı hissetmekten başka bir şey gelmiyor elden, iyi ki varsın Dolores!
Paylaş