Yine...

Yine aynı kâbus, yine aynı acı, yine aynı enkaz, yine aynı çaresizlik, yine aynı ölümler, yine aynı isyan, yine aynı haykırış, yine aynı, yine aynı...

Haberin Devamı

Daha kaç acı, kaç ölüm, kaç çaresizlik, kaç isyan gerekiyor? Erzurum, Erzincan, Dinar, Van, Gölcük, Düzce, şimdi de İzmir... Acı, gözyaşı, enkaz, çaresizlik, isyan, haykırış, ölümler hep aynı. Sadece isimler değişiyor. Peki yarın neresi olacak? Yarın hangi ilden çığlıklar yükselecek? Yarın hangi ilde enkazdan çıkacak ölü bedenler sayılacak? Yarın tüm Türkiye hangi il için dua edecek? Kaç gün sürecek gözyaşlarımız? Kaç gün sürecek televizyon programları? Kaç günde unutacağız? Kaç günde yine aynı düzene döneceğiz? Kaç günde gündemimiz sadece kısır siyasi tartışmalar olacak? Sonra... Sonra, yeniden bir şehirde bir apartmanda bir çocuğun masa saati tam “o” anda duracak. Sonra yine ölü bedenler sayılacak, yine yapılması gerekenler anlatılacak, yine, yine...Yetmedi mi? Artık buna bir son vermek gerekmiyor mu? Neden “gerekenler yapılmıyor” ve neden “yine aynı” sarmalına mahkûm ediliyoruz?

Haberin Devamı

Yine...

ELİF’İN ELİ

Japonya’da deprem de bina da genelde öldürmüyor. Türkiye tam da bunu öğrendi: Deprem değil, bina öldürür. Öğrendi öğrenmesine ama bilginin gereğini bir türlü yerine getirmiyor. Katil bina 14.51’de duran bir çocuğun masa saatiyle kazındı akıllarımıza. El ele ölen ailelerle çıktı karşımıza. Çantadan çıkan borçlarla yandı yüreğimiz. Umuda tutunan minicik bir elin kurtarıcısının parmağını tutması ile bir yanımız gülümsedi, bir yanımız ağladı. O minicik el, bugün artık başta sorumluluk makamlarında oturanlar olmak üzere hepimizin parmaklarını tutuyor. O minicik el sorumluluk makamındakilere, “Bir an önce bir başka şehirde bir başka çocuk ölmesin, enkaz altında kalmasın diye gereken adımları atın” diyor. O minicik el, bizlere “Sorumluluk makamlarında oturanları denetleyin, soru sorun, hatırlatın, niye yapmadıklarının hesabını sorun” diyor. O minicik el hepimizin parmağını, hepimizin yüreğini tutuyor. O minicik eli kimse unutmasın.

22 YILDA DEĞİŞMEYEN SORULAR

Haberin Devamı

1999 yılında sabaha karşı Ankara bile sallanmıştı. Ankara’dan ötesi yok oldu deniyordu. O büyük sallantıdan hemen sonra yataktan fırlayarak önce ofise, sonra da deprem bölgesine doğru yola çıktım. Ankara’nın ötesinde sabahın ilk saatlerinde adeta bomba atılmış gibi duran enkaz yığınlarının altından gelen çığlıklar, ölüm, acı, korku vardı. Sonra sadece üç ay sonra Düzce depremi yaşandı. O dönem iller bazında riskli ve hasarlı binalar, zeminler, tehlikeli bölgeler incelendi. O dönem depremin yaralarını sarmak için vergiler konuldu. 22 yıl geçti, 22 yılda başka depremler de yaşandı. Üstelik Türkiye bu geçen 22 yılda her deprem olduğunda büyük İstanbul depremini hatırladı, bir gün olacağını, bir gün o kâbusun yaşanacağını konuştu. Peki niye hâlâ büyük İstanbul depremine, İzmir’e ya da 18 ilde yaşanabilecek olası bir depreme hazır değiliz?

Haberin Devamı

Çürük raporu olan binalarla ilgili neden bir şey yapılmadı? Örneğin Bayraklı’da yerle bir olan Doğanlar ve Rıza Bey apartmanlarına belediye çürük raporu vermiş. “Bataklığa apartman dikildi” demiş. Neden bir şey yapılmadı? Bunun sorumlusu kim ya da kimler?

Ülke genelinde 6.7 milyon riskli konut olduğu söyleniyor. Bu konutlar için ne zaman harekete geçilecek?

Uzmanlar fay hatları üzerine kurulu illerde binaların olduğunu söylüyor. Bu binaların acilen boşaltılması gerektiğini ve kentsel dönüşümün yapılması gerektiğini savunuyorlar. 18 il ve 80’i aşkın ilçenin aktif fay hattı üzerinde olduğu bilgisinden yola çıkarak, bunlarla ilgili adım ne zaman atılacak?

Deprem vergileri ne oldu?

Haberin Devamı

Deprem kuşağında yer alan bir ülkenin, inşaat alanında böyle bir sicili varken, kentsel dönüşümü tamamlayamamışken imar affı çıkarması doğru mu?

Rant iddialarının üzerine titizlikle eğilmek gerekmez mi?

Yazarın Tüm Yazıları