Tufan Türenç: Umutlar güçleniyor ama...

Tufan TÜRENÇ
Haberin Devamı

UĞUR Mumcu suikastı ile ilgili açıklamalar her geçen gün insanı daha fazla umutlandırıyor.

Ama ben hálá gelişmeleri dikkat ve ihtiyatla izlemenin daha doğru olacağı inancını koruyorum.

Dava sonuçlanana kadar da bu dikkat ve ihtiyatın elden bırakılmaması gerektiğine inanıyorum.

Meslek yaşamımda sayısız kez, polisin büyük olayları abartarak basına sunduğuna ve sonra da büyük hüsranlar yaşandığına tanık oldum.

Dilerim bu kez yanılırım. Bu beni çok mutlu eder.

Çünkü Mumcu gibi dünya çapında bir meslektaşımızın kanı yerde kalmaz.

Bir anımı anlatmak istiyorum.

1970 yılında ben polis muhabiriyken İstanbul'da ideolojik amaçlı ilk banka soygunu Kadıköy Selamiçeşme'de yapılmıştı.

Bankanın soyulduğu gün geç saatlere kadar Emniyet Müdürlüğü'nün bulunduğu Sirkeci'deki ünlü Sansaryan Han'da kalmıştık.

Herkes gitmişti. Biz üç arkadaş bir şeyler tırtıklarız umuduyla bekliyorduk.

Sonunda Emniyet Müdürü'ne gidip gelişmeleri sormaya karar verdik.

O zaman Emniyet Müdürü Muzaffer Çağlar'dı. Haber yolladık.

Çağlar'dan, ‘‘Biraz beklesinler bir telefon konuşması yapacağım sonra onlarla görüşürüm’’ diye haber geldi.

Özel kalemde beklemeye başladık.

* * *

Biraz sonra Ankara bağlandı. Arayan İçişleri Bakanı'ydı.

Çağlar'ın konuşması dışardan duyuluyordu. Bakan'a bütün önlemlerin alındığını, seri operasyonların yapıldığını anlattı, soygunu yapanların kimliklerini saptadıklarını söyledi ve üç öğrencinin ismini verdi.

Bunlardan biri Salman Kaya, öteki Atilla Coşkun'du. Üçüncü ismi anımsayamıyorum.

Ancak kısa süre sonra bu isimlerin olayla ilgisi olmadığı anlaşıldı.

Buna rağmen polis gerçek suçluları belirleyemediği için Salman Kaya'yı kurban olarak seçti ve günlerce sorguya çekti.

Salman Kaya işkenceye dayanamayarak suçu kabul etti.

Ama onun da banka soyguncusu olmadığı mahkemede ortaya çıktı.

Günlerce banka soyguncusu olarak manşetlerde kalan ve suçsuzluğu anlaşılan Salman Kaya, yıllar sonra SHP'den milletvekili seçildi.

Bunun gibi daha pek çok olaya tanık oldum.

Polis basını bu tip büyük olaylarda hep yanıltır.

Hiç kuşkusuz polisin verdiği her bilginin yanlış ve abartılı olduğunu söylemek istemiyorum.

Başarılarını da yadsımak gibi bir amacım yok.

Ama yukarda anlatmaya çalıştığım gerçeği de bu olay nedeniyle bir kez daha vurgulamak gereğini duydum.

* * *

Bir başka konuya değinmek istiyorum.

Bir Türk gazeteci, yıllar önce Paris'te, büyük mücadeleler sonunda SIPA adlı bir fotoğraf ajansı kuruyor.

Bu ajans bugün dünyanın bir numarasıdır. Bu mucizeyi yaratan gazeteci de Gökşin Sipahioğlu'dur.

Başka ülkeler böyle başarılı vatandaşlarını başlarının üstünde taşırlar, biz ise sırtından hançerleriz.

Bir ajansa yapılabilecek en büyük kötülüğü yaparak SIPA'nın gizli servis tarafından (MİT) kurdurulduğunu ortaya atarız.

Bir gizli servisin güdümünde olduğu iddiası bir ajans için en ölümcül damgadır. Düpedüz bir idam fermanıdır.

Nezih Demirkent, ‘‘Ben böyle bir şey söylemedim’’ diyor. Yeni Binyıl ‘‘Söyledin’’ diyor. Ama olan, hiç suçu yokken Gökşin Sipahioğlu'na oluyor.

SIPA Türkiye'nin gururudur. Hepimizin görevi ona gölge düşürmek, onu karalayıcı iddialar ortaya atmak değil, onu yüceltmektir.

Bu değerli gazeteci yıllar sonra hiç hak etmediği suçlamalarla karşı karşıya bırakıldı.

İşin acı yanı bu ayıbın meslektaşları tarafından yapılmış olmasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları