Paylaş
CEZAEVLERİNDEKİ eylemlerin ölümle sonuçlanmasını örgüt istedi. Ne yazık ki isteği oldu. Oysa operasyondan sıyrık almadan kurtulma hünerini gösteren örgüt liderleri ve dışardan yönlendirenler biraz sağduyulu davranabilselerdi bu ölümlerin hiçbiri yaşanmazdı.
Kimse günlerden beri çekilen acıları, üzüntüleri çekmez, analar babalar kahrolmazdı.
Doğrusu başta ilgisiz gibi davranan hükümet son ana kadar yapabileceği her şeyi yaptı.
Hatta kamuoyunun öfkesini çekecek kadar çok ödün verdi.
Sivil savunma örgütlerinin, gazeteci ve yazar arkadaşlarımız ile milletvekillerinin arabuluculuk çabaları da boşa gitti.
Bu olay bir kez daha bize, terör örgütlerinin bir noktadan sonra uzlaşılmaz olduğunu gösterdi.
Hatta kendi evlatlarını bile amaçları uğruna hiç düşünmeden kurban edebileceğini de...
Zaten belli noktaya gelindikten sonra ölenler onları ilgilendirmiyor.
Örgüt için insanlar, duygularından soyutlanmış robotlardan başka bir şey değil.
Bunun nedenini, nasılını normal yaşam içindeki insanların anlamasına olanak yok.
Terör örgütlerinin lügatında ‘‘acıma’’ diye bir sözcük olmadığı kesin.
Onların tek felsefesi var: ‘‘Ölmek ve öldürmek.’’
* * *
1980'nin o kanlı, sokaklarda insanların tavuk gibi boğazlandığı karanlık günlerinde bir arkadaşımın yaşadığı olayı anlatmak istiyorum.
Sol ve sağ örgütlerin İstanbul'u parsellediği günler...
Bir sol örgüt, bir esnaf kooperatifinden haraç istiyor.
İstenen para çok büyük.
Kooperatifin sorumluları oturup hesap kitap yapıyorlar, ama işin içinden çıkamıyorlar.
Ödememeyi de göze alamıyorlar.
Bunun üzerine örgüt adına kendilerinden haraç isteyen militanı çağırıp görüşmek istiyorlar.
Militan geliyor.
Ona bu paranın çok olduğunu, rakamda indirim yapılması isteklerini örgüt yönetimine iletmesini istiyorlar.
Militan buz gibi bir sesle şöyle diyor:
‘‘Beyler ben can alırım, can veririm. Pazarlık yapmak benim işim değil. Benim görevim bu parayı sizden almak ve örgüte teslim etmektir. Benim başka bir görevim yoktur. Gerisi sizin bileceğiniz iştir. Yarın sabah bana verilen süre sona ermektedir.’’
Militan bunları söyledikten sonra gider.
Odada çıt çıkmaz.
Arkadaşım olayın sonunu şöyle anlatmıştı:
‘‘Militanın gözleri hepimizi ürkütmüştü. Tartışmayı orada kestik; çünkü devlet diye bir şey yoktu. İstenin parayı hemen denkleştirip bize verilen saatten önce teslim ettik.’’
* * *
Şimdi geldiğimiz noktada devlete çok önemli bir görev düşüyor.
Türkiye bir daha benzer bir durumla karşılaşmamak için köklü çözümleri yürürlüğe koymalıdır.
Devlet, Başbakan ve Adalet Bakanı aracılığıyla verdiği sözleri eksiksiz yerine getirmelidir.
Bugün zorunlu olarak kullanılan F tipi cezaevlerindeki iyileştirmeler vaat edilen şekilde yapılmalı ve koğuş sistemi tarihe gömülmelidir.
Türkiye'ye bir kez daha böyle ağır bir felaket yaşatılmamalıdır.
Türk toplumunun ruh yapısı teröre karşı şerbetli olduğu için ne kadar sağlam olursa olsun böyle büyük depremleri sık sık yaşamayı kaldıramaz.
İnsanları dehşete düşüren görüntülerle dolu televizyonları her gece, her gece izleyen bir toplum normal bir yaşam süremez.
30 yıldır terörle, 25 yıldır da enflasyonla boğazı sıkılan bir ülkenin yine de bu kadar ayakta kalabilmesi inanın mucizedir.
Paylaş