Paylaş
MİLLİYET'te gazeteciliğe başladığımda 23 yaşındaydım. O benden de gençti, 18 yaşındaydı.
Delikanlılığımızın en güzel günlerini birlikte yaşadık.
17 yıl çalıştıktan sonra yüreğimi orada bırakıp ayrılmak zorunda kaldım Milliyet'ten.
Önceki akşam, doğup büyüdüğüm, çalıştığım uzun yılların her saniyesi için onur duyduğum Milliyet'in 50. yaş günü gecesinde tarifsiz duygular içindeydim.
Ben girdiğimde Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi'ydi.
Ondan gazeteciliğin dürüst, ciddi ve ilkeli bir meslek olduğunu öğrendim.
Tarafsızlığın, doğru haberciliğin, gazeteciliğin birinci ve değişmez kuralı olduğunu öğrendim.
En önemlisi de onun bir sözünü, ‘‘Gazetecilikte haklar kadar sorumluluklar da vardır’’ sözünü beynime kazıdım.
İlk işime çıkarken yöneticiler beni bir köşeye çekip şu öğüdü verdiler:
‘‘Çok dikkat et. Sakın yalan haber yazma. Eğer haberin tekzip yerse daha işin başında bütün şansını yitirirsin. Bunu sakın unutma.’’
Gazetede acımasızca işletilen bu kuralı hiç ama hiç unutmadım.
Milliyet'e layık olabilmek için gece gündüz çalıştım, haftalarca eve gitmedim, yatağımda uyuyamadım.
Milliyet'in bir çalışanı olabilmek için tam 5 yıl, kadrosuz yani boğaz tokluğuna çalıştım.
Önceki akşam bunları düşünürken kendi kendime ‘‘Helal olsun’’ dedim.
* * *
Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesine kurulan dev ekranda 50 yılın öyküsünün anlatıldığı mini belgeseli izlerken daha neler gelip geçti aklımdan neler...
Örneğin, 1955 yılındaki Ercüment Karacan ile Abdi İpekçi arasındaki konuşma...
Ve ikisinin aldığı tarihi karar...
Kısaca size de anlatmak istiyorum.
Gazetenin sahibi Ali Naci Karacan'ın 1955 yılında yüklü bir borç bırakarak ani ölümü, henüz emekleme çağında olan gazeteyi fena sarsmıştı.
Avukatlar, váris Ercüment Karacan'a yüklü borçlardan kurtulmak için önünde tek yol olduğunu söylediler ve mirası reddetmesini önerdiler.
Ercüment Karacan, karşı karşıya olduğu vahim durumu Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'ye açtı ve şöyle dedi:
‘‘Ya bu muazzam borcu üstleneceğiz, ya da reddi miras yapacağız. Yani gazeteyi kapatacağız, ne dersin?’’
Abdi İpekçi hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verdi:
‘‘Devam edeceğiz... Başka çaremiz de yok...’’
Devam ettiler ve Milliyet'i de Milliyet yaptılar.
Eğer onlar bu yürekliliği göstermeselerdi, hiç kuşkusuz bugün Milliyet diye bir gazete olmayacaktı.
Çünkü o kadar büyük borçla kimse Milliyet'i çıkarmayı göze alamayacak, büyük olasılıkla da gazete tarihe gömülecekti.
* * *
1979 yılında Abdi İpekçi öldürüldükten sonra Ercüment Karacan gazeteyi sattı ve Babıáli'den çekildi.
Yeni patronumuz Aydın Doğan'dı.
Gazeteyi bir işadamının satın alması önce hepimizi tedirgin etmişti.
Ama kısa zamanda rahatladık; çünkü Aydın Doğan gazetenin yayınına hiç karışmadı.
Yıllar geçtikten sonra da Milliyet'in anayasası dediğimiz ilkelerine ters düşecek yayınlar dışında müdahale etmedi.
Bugün de etmiyor.
İşte Aydın Doğan'ın bu duyarlılığı, 50 yıllık saygınlığını yitirmeden Milliyet'i bugünlere getirdi.
Ben gazeteciliğe Milliyet'te başlamanın, orada çalışmış olmanın onurunu hep yaşadım, yaşıyorum.
Milliyet'in 50. yaşı, başta onu bugünlere taşıyan okurlarına, eski yeni en küçüğünden patronuna kadar bütün çalışanlarına kutlu olsun.
Paylaş