Paylaş
UZUN zamandan beri TV haberlerini bilinçli olarak izlemiyordum. Gerçi saatler uymuyordu ama doğrusu zaman yaratmak için de bir gayret içinde olmuyordum.
Çünkü haber diye sunulan bu dehşet ve de vahşet dolu dakikaları izlemek hem sinirlerimi bozuyor, hem de meslek adına beni deliye döndürüyordu.
Ancak önceki akşam büyük bir hata ettim ve bir kanalın (hem de en düzgünü) haberlerini izleme gafletinde bulundum.
Ve itiraf edeyim ki çıldırdım. Çünkü haberler felaket halkaları halinde uzayıp gidiyordu.
Bunca yılın habercisi olduğum halde sinirlerim sonuna kadar dayanmaya yetmedi.
Spiker şöyle başladı söze: ‘‘Türkiye bugün yine dehşet olaylarıyla sarsıldı sevgili seyirciler... Bugün yine her yerde kan, göz yaşı ve acı vardı....’’
Arkasından bir odanın içinde boylu boyunca kanlar içinde uzanmış iki cesedin görüntüleri geldi ekrana.
İki kişi kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Dehşet verici infazı kimlerin yaptığı bilinmiyordu.
Dehşet içeren görüntülerin verilmemesi ilkesine sözde bağlı kalınıyor, bu nedenle de cesetlerin baş kısımları flulaştırılıyordu.
Ölenlerin yakınları ağlıyordu. Polisler ise çaresizlik ve eziklik içindeydi.
Kana bulanmış cesetler tekrar tekrar, döndürüle döndürüle gösteriliyordu.
* * *
Bir sonraki haber cezaevindeki vahşetti.
Allah'tan bu haberdeki dehşet sahneleri cezaevine girilemediği için çekilememişti ama bu açık, katillerin elinden kurtulabilmek için cezaevinin çatısından atlayan bir mahkûmun ürpertici görüntüleri ve Nuriş çetesinin kanlı baskınları ile ilgili arşiv filmleriyle kapatılıyordu.
Çaresizlik içindeki adamın damdan kendini boşluğa bırakışını gösteren tüyler ürpertici görüntüler belki 10 kez, 20 kez gösteriliyordu.
Haber, ipe sapa gelmez ve birbiriyle çelişen ayrıntılarla uzatıldıkça uzatılıyordu.
Bunun arkasından sıra bir başka dehşet dolu olaya geliyordu.
Okuldaki vahşet başlığı altındaki haber, bir servis şoförünün dört kişiyi küçük öğrencilerin gözleri önünde öldürüp daha sonra intiharıydı.
Eldeki görüntüler defalarca çevire çevire gösteriliyor, haber dakikalarca sürdürülüyordu.
Kan gölüne dönen koridorlar, yerlerde yatan cesetler, onların tabutlara yerleştirilmesi en ufak ayrıntısı bile atlanmadan veriliyordu.
Çocukların ağlamaları, ölelerin yakınlarının feryatları bitmek tükenmek bilmiyordu.
* * *
Biliyorum sizin de içiniz karardı ama durun, daha bitmedi.
Ardından bilmem neredeki yangın...
Bir apartmanın alt katında kalan tinerci çocuklar ev sahibine kızıp oturdukları daireyi ateşe veriyorlar.
Bir anda daireyi saran alevler yoğun bir duman oluşturuyor ve üst kattaki insanlar binada mahsur kalıyor.
Yoğun duman nedeniyle nefes almakta zorlandıkları için camlardan yarı bellerine kadar sarkıyorlar ve imdat istiyorlar.
İtfaiye geliyor ve bu insanları merdivenle aşağıya indiriyor.
Kimsenin burnu kanamadan sona eren bu olay sanki büyük bir felaketmiş gibi sunuluyor, yine bitmek bitmeyen ağlamalar, feryatlar uzun uzun gösteriliyordu.
Daha fazla dayanamayıp televizyonu kapatıyorum ve haberleri izlememekle ne kadar doğru bir iş yaptığımı bir kez daha anlıyorum.
Kabul, bir şizofreni geçiren toplumumuz dehşet dolu haberler üretiyor.
Herkes birbirinin gırtlağına sarılıyor, herkes birbirini karalamak için olmadık çılgınlıklar yapıyor.
Devlet bile sevmediği gazetecilere iftira tuzakları kurmaya kalkıyor.
Bu hastalıktan toplumu kurtarmak için ülkeyi yönetenlere de, sivil toplum örgütlerine de önemli görevler düşüyor.
Ama en büyük görev hiç tartışmasız medyaya düşüyor.
Şunu iyi bilelim ki, temiz toplumu kuramazsak, demokratik hukuk devleti ilke ve kurallarını yerleştiremezsek, medya olarak büyük bir sorumluluk içinde hareket edemezsek bu şizofreni illetinden kurtulamayız.
Paylaş