Paylaş
BİR hukuk devletinde son sözü hukuk söyler. Yargı kararı kesinleşinceye kadar söylenenlerin de, yazılanların da hiçbir önemi yoktur.
Bazı kurumlar ve kişiler kendilerini hukukun yerine koyarlarsa o ülkede kargaşa olur.
Kim namuslu, kim namussuz birbirine karışır.
Bugün Türkiye'de yaşanan budur.
O nedenle hukukun üstünlüğüne herkes saygı göstermek zorundadır. Çünkü yargı kararı kesinleşmeden hiç kimse suçlu olarak ilan edilemez.
Bu ilke hukuk devletinin değişmez kuralı olduğu kadar, insan haklarına saygının da vazgeçilmez koşuludur.
Hiç kimse telaşlanmasın ve namus peygamberliğine soyunmasın, Türkiye pisliklerini hukuk düzeni içinde temizleyecektir.
Ben gazeteciliğe başladığım zaman bir iki ay deneyimli muhabirlerin yanında oraya buraya gittikten sonra polise gönderildim.
O zamanlar muhabir olabilmek için mutlaka poliste çalışmak gerekirdi.
Hemen her gazetenin polis muhabiri vardı. Sabahları Eminönü'ndeki ünlü Sansaryan Han'a inerdik.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü o ünlü handaydı ve orası bizler için gerçek bir üniversiteydi.
Ben insan beyninin üretip kullandığı her türlü güzelliği ve çirkinliği orada tanıdım.
İhaneti, vefayı, dostluğu, düşmanlığı, sevgiyi, nefreti, iftirayı, en önemlisi hoşgörüyü ve acımasızlığı orada gördüm.
* * *
Şimdi düşünüyorum da orada birlikte gazetecilik yaptığım arkadaşların çoğu meslek dışana yuvarlanıp kayboldu.
Pek azımız meslekte kalabildik.
O dönemlerin muhasebesini yaptığımda kaybolup giden bu arkadaşların hepsinin yukarda saydığım güzelliklere değil de, çirkinliklere kapıldıklarını anlıyorum.
Yazık oldu hepsine.
Belki zaaflarına yenik düştüler, belki gençliğin verdiği toylukla o yalancı pırıltılı yaşama kapıldılar.
Kimi pasaport işi yapmaktan, kimi polis baskınlarını mafyaya haber vermekten, kimi bir sürü pis işlere bulaşmaktan kirlenip gittiler.
O günlerde bizim parasız pulsuzluğumuza karşın o arkadaşların bir eli yağda bir eli baldaydı.
Ama dediğim gibi o parlak günler çabuk bitti ve hepsi tek tek aramızdan ayıklanıp bir kenara atıldı.
Kiminin başı belaya girdi, kimi çalıştığı gazeteden kovuldu, başka bir yerde iş bulamadığı için de mesleği bırakmak zorunda kaldı.
Meslek onları taşımadı, şöyle veya böyle silkip üzerinden attı.
* * *
Şunu söylemek istiyorum.
Ben 32 yıldır bu meslekte pisliklere bulaşıp da ayakta kalan görmedim.
İftiraya uğrayanlar olmadı mı? Çok oldu. Ama eninde sonunda gerçek anlaşıldı ve o arkadaşlar aklandı.
Türkiye'deki kirlenmenin son yıllarda anormal boyutlara ulaştığı yadsınamaz.
Hiç kuşkusuz bundan basın da nasibini aldı.
Ama ben şunu her zaman iddia ederim ki basındaki kirlilik toplumun öteki kesimlerine oranla çok daha düşük düzeydedir.
Hiçbir meslek bizimki kadar kendi arkadaşlarına insafsız davranmaz.
Hiçbir meslek erbabı bizimki kadar bindiği dalı fütursuzca kesmez.
Gazetecilik bizim yaşamımız. Onun üzerine titremeliyiz.
Kuşkusuz pisliklere bulaşmış olanları affetmemeliyiz ama mesleğimizi de bu kadar karalamamalıyız.
Çünkü basındaki namuslu, onurlu insanların birkaç namussuz yüzünden bu kadar töhmet altında bırakılmaları hakları değildir.
Ben bugün mesleğimden ve mesleğimin bir insanı olmaktan her zamankinden daha fazla onur duyuyorum.
Paylaş