Paylaş
İKİSİ de aynı dönemin politikacıları. Uzun yıllar Türkiye'nin sıkıntılarına da, mutluluklarına da birlikte tanık oldular.
Hatta bir dönem ülke yazgısını ikisinin ortak kararı belirledi.
Sonra kurdukları koalisyonun ‘‘Tarihi yanılgı’’ olduğu alaşılınca bir daha bir araya gelmemek üzere ayrıldılar.
Şimdi biri başbakan, öteki yasaklı bir politikacı...
İkisi de bugün büyük bir mücadelenin içinde.
Önce Ecevit'ten başlayalım.
Kendisine, dürüstçe yanıt vereceğine inandığım şöyle bir soru yöneltmek istiyorum:
‘‘Şu anda başbakan değil de muhalefet lideri olsaydı ve kendi hazırladığı kararnamenin aynısını iktidar Çankaya'ya gönderseydi...
Cumhurbaşkanının bu kararnameyi ‘Hukuk devleti ilkelerine aykırı' olduğu gerekçesiyle geri çevirmesine rağmen, aynısını yeniden ikinci kez Çankaya'ya gönderip ‘İmzalamak zorunda' diye kamuoyuna bir açıklama yapsaydı...
Acaba tutumu ne olurdu?’’
Ben eminim ki böyle bir kararnamede ısrar eden bir iktidara karşı zehir gibi bir muhalefet yapar, yeri göğü ayağa kaldırırdı.
Bir soru daha sormak istiyorum:
‘‘Bugün kendisinin ileri sürdüğü gerekçeler söylenseydi bunları kabul eder miydi?’’
* * *
Etmezdi...
Çünkü iktidarın Meclis'ten geçiremeyeceği bir yetkiyi kararnameyle Cumhurbaşkanı'ndan almaya kalkmasını içine sindiremezdi.
Ama şimdi Cumhurbaşkanı'nın da, muhalefetin de, tüm kamuoyunun da sindirmesini istiyor.
Demokrasi uzlaşma rejimidir.
Demokrasilerde bir başbakanın devlet için bu kadar yaşamsal bir konuda kararname kolaylığına sığınarak hukuku zorlamak yerine, Meclis'teki partilerle uzlaşma yollarını araması gerekmez mi?
Ecevit'ten beklenen, Cumhurbaşkanı'nın kararnameyi ikinci kez geri çevirmesi durumunda sorunu rejim bunalımına tırmandırmadan Meclis'te çözmesidir.
FP dışında hiçbir partinin böyle gerekli bir yasa için zorluk çıkaracağını sanmıyorum.
* * *
Gelelim Erbakan'ın verdiği mücadeleye...
Uzun politik yaşamı boyunca, oy toplamak için ülke bütünlüğünü hiçe sayarak dini kullanan Erbakan, şimdi de kendi deyimiyle ‘‘Gavuristan’’dan yardım istiyor.
Bunun için adamlarını kapı kapı dolaştırıp ülkesini şikáyet ettirtiyor.
Sırf kendi yasağının kaldırılması için ‘‘Türkiye'ye baskı yapın’’ mesajları yolluyor.
Ülkesini, demokrasiyi çiğniyor diye dışarıya jurnallettiriyor.
Ama kendi partisinin yönetimlerindeki belediyelerde demokrasiyi boğacak her türlü tasarrufu yaptırtıyor.
Demokrasiyi kullanarak demokratik laik cumhuriyeti yıkma stratejileri yürüten kendisi değilmiş gibi demokratik haklarının gasp edildiği masalları anlattırıyor.
Sanki Türkiye Batı ülkelerinin bir eyaleti, sanki onlardan gelecek baskılara boyun eğecek.
Bunları hayal edecek kadar mantık çizgisinin gerisine düşüyor.
Halbuki kendisini kurtaracak olan tek güç ülkesinin içindeki demokrasi dinamikleridir.
O dinamiklerin ne kadar güçlü olduğunu kendi başbakanlığı zamanında yaşamadı mı?
Olanlardan hiç ders almadı mı da bugün gidip Avrupa ülkelerinden medet umuyor?
Ülkesini dışarıya jurnal eden hiçbir insan bu ayıbı omuzlarında taşıyamaz.
Erbakan'ın hırsı ve kini öylesine büyük ki, politik yaşamının finalinde bu yalın gerçeği bile göremiyor.
Paylaş