Paylaş
BUGÜN 19 Mayıs... Mustafa Kemal'in Anadolu'da ihtilalin ateşini yaktığı gün.
Onun kurduğu Cumhuriyet'e bugün dudak bükenlere cumhuriyet öncesi döneme ait bir öykü anlatmak istiyorum.
Gazeteci-yazar Taylan Sorgun'un büyük emekler vererek yazdığı ‘‘İttihat ve Terakki-Devlet Kavgası’’ adlı kitaptan hiç yorum yapmaya gerek duymadan aynen aktarıyorum:
‘‘İzmir kapitülasyonların sömürdüğü nazlı ama mazlum bir şehirdi. İzmir'de Guraba-i Müslimin Hastanesi vardı. Guraba, kimsesiz, garip manasında kullanılıyordu. Ve bu ad sadece İzmir'de değil, bütün Anadolu şehirlerinde dillerden düşmezdi. Guraba Hastanesi, İzmir'in yoksullarının sığınağı olmuştu. Ama İzmir'de Türkler'le beraber Ermeniler, Rumlar, Levantenler de yaşardı. Onların Guraba hastaneleri yoktu. Çünkü ihtiyaçları yoktu. Onlar zengindir.
Şehrin gençleri bu elim vaziyetten en çok ıstırap duyanlar olmuşlardır. İstanbul'daki Tıbbiye'den mezun olup İzmir'e gelen genç doktorlar, eczacılar o mekteplerdeki büyük düşüncelerin insanı olarak İzmir'e demirlediler. Bunlardan birisi de Süleyman Ferit Bey'dir. Yoksul İzmir halkı, bütün o işlerin yabancılar tarafından yapıldığını görmüş, onunla yaşamış, onunla azap çekmiş, onunla son uykularına belki de gözleri arkada kalarak gitmişlerdir. 1903 yılının yaz sonlarında Süleyman Ferit İzmir'e gelip Guraba-i Müslimin Hastanesi'nde o çok sevdiği işine başladıktan sonra aynı zamanda İlyadis adındaki bir Rum'un eczanesinde de mesul müdürlük yapmaya başlamıştır. Ve işte bir dramı o gün yaşayacaktır.
* * *
İlyadis o cuma günü eczanede yoktu. Ve Ferit Bey o dramatik günü şöyle anlatacaktır.
‘Eczanenin önünde tarım ürünlerinin develerle Aydın'a taşındığı yol uzanıyordu. O gün yine bir deve kervanı geçiyordu. Giyiminden Aydınlı olduğunu anladığım yaşlı bir köylü, çekinerek eczanenin kapısına yaklaştı. Kapıya çıktım, kadından ne istediğini sordum. İzmir lehçeli bir Türk olduğuma şaşırmıştı. Zavallı kadıncağız, bir eczanede beyaz önlüklü bu kadar genç bir Türk'ün bulunabileceğine inanmıyordu. Ne istediğini sordum. Ve istediklerini verdim. Tam ayrılacaktı ki, dayanamadı sordu:
Evladım, sen İslam mısın?
Evet, dediğim zaman gözlerinden yaşlar geldiğini gördüm.
İşte zavallı İzmir budur. Onlar kendi topraklarında vatanlarında adeta azınlıktırlar. Kapitülasyonların, imtiyazların getirdikleri onları kendi vatanlarının ikinci sınıf insanları haline sokmuştur.'
* * *
İstibdat dönemi de İzmir'in üzerine daha sonra bir karabasan gibi çökecektir. Ve Ferit Bey notlarına şunları da düşmüştür.
‘İstibdat dönemi İzmir'in Türk semtleri için yine geri, yoksul, eğitimsiz sokaklarında lamba bile yanmayan karanlık yıllardı. Yabancı havagazı şirketi Frenk mahallesindeydi. Orası ışıl ışıldı. İstibdadın getirdiği siyasi ve toplumsal bunalımdan uzaktılar. Kordon Boyu'nda geceleri çılgın gibi eğlenirlerdi. Sabah olunca da şehri ekonomi, eğitim, kültür yaşamını düzenleyen işlerin başına geçerek yönetirlerdi.
Kapitülasyonlar, imtiyazlar İzmir'i bir sömürge durumuna sokmuştu. İzmirli gençlerin isyanlarından birisi de bunun içindi. Kendi vatanında yabancılardan daha yoksul, daha aşağıda olmak. Bütün hákimiyeti onlara teslim etmek.
O güneşin altındaki tarlalarda kavrulmuş Ege kadını, Aydın yörüklerinin çilekeş analarından birisidir. Ve Ege'de tütün de vardır. Ama tütün rejimi Fransızlar'ın idaresi altındadır. O rejim yüzünden ne canlara kıyılmış, hangi ocaklar sönmüştür. Hangi Egeli delikanlılar kolcuların kurşunlarıyla can vermiştir.'
Ve işte Tıbbiyeli eczacı Ferit Bey, artık bir arayışa girmiştir. İzmir'de vatan ve hürriyet diyenlerle beraber olmaya başlayacak, sonra İttihat ve Terakki Gizli Cemiyeti'nin mensubu olacaktır.’’
Paylaş