Paylaş
ÖNCE gizli bir şeyler biliyor havası veren kişi, ağzını burnunu oynatarak şu soruyu soruyor: - Filanca işadamının bileğine kelepçeyi ne zaman geçirecekler?
- Bilmem... Bu konuda hiçbir şey duymadım. Böyle bir şey mi var?
Sonra çok bilmişlik içinde ağır ağır başını aşağı yukarı sallıyor, aynı anda da dudaklarında alaycı bir gülümseme beliriyor.
Bir şeyler söylemek gereğini duyuyorsunuz:
- Benim tanıdığım kadarıyla namuslu bir insandır. Yasadışı bir iş yapabileceğini sanmıyorum.
- Ya... Demek öyle...
Arkasından bakışlarını büyük bir gizemle devirip, alaycı gülümsemesini sürdürüyor.
‘‘Yakında görürsün’’ demek ister gibi konuyu noktalıyor. Ama kafanızda bir soru işareti doğmasına neden oluyor.
Onun da amacı bu zaten.
Arkasından yine aynı bilgiçlik içinde bir soru daha geliyor:
- Peki, bilmem ne bankasına ne zaman el koyuyorlar?
- Bilmiyorum. Ama o bankanın durumu sağlam diye duydum.
- Hıh...
Yine aynı alaycı gülüş... Yine ‘‘Yakında görürsün’’ iması...
Bu ve buna benzer cadı kazanı kaynatan kişilerin yaydığı söylentiler çığ gibi yayılıyor ve piyasalarda büyük bir tedirginlik başlıyor.
Çünkü bu dedikodu yumakları, kartopları gibi ağızdan ağıza dolaştıkça büyüyor.
Sonra da dedikoduları çıkaranlara geri dönüyor, bu kez onlar da bunların etkisinde kalarak panikliyor.
Bu kısırdöngü, ortalığı kan revan içinde bırakıyor.
* * *
Türkiye'de sürdürülen ve milletimizin yürekten desteklediği yolsuzluk operasyonlarını yürütenlerin gizlilik kurallarına uymaması da bu cadı kazanlarının kaynatılmasında önemli rol oynuyor.
Hem polisin, hem de savcıların açıklanmaması gereken ham bilgileri medyaya sızdırma zaafı, zaten çok duyarlı dengeler üzerinde duran piyasaları alabora ediyor.
Bunun verdiği tahribatın ekonomik çöküntüye neden olmasını önlemek için hükümet, yürütülen programın bile gevşetilmesini göze almak zorunda kalıyor.
Tedirgin edilen piyasalardan milyarlarca dolar yurtdışına kaçıyor.
Durduk yerde, hiçbir neden yokken ülke krize sürüklenmekle karşı karşıya kalıyor.
Böyle kritik dönemlerde herkes sorumluluk içinde hareket etmelidir.
Polis ve savcılar, suçsuz insanların üzerlerine gölge düşürülmemesi için çok dikkatli olmalıdır.
Medya da öyle... Söylentileri abartılı olarak kamuoyuna yansıtmamalıdır.
İş çevreleri sağdan soldan gelen sözlere kanıp paniğe kapılmamalıdır.
Kısaca, meydan kriz ortamından yararlanan fırsatçılara bırakılmamalıdır.
* * *
Önceki hafta yaşadığımız Engin Keçeli olayına bakın.
Bir hukuk devletinde böyle bir rezillik olur mu?
Sen incelemeden bir adamı gözaltına al, apar topar Ankara'ya sorguya götür, bir yandan da medyaya ‘‘Et kaçakçısı yakalandı’’ diye sızdır.
Bunun sonucu olarak da hiç günahı olmayan genç işadamı, gazete ve televizyonlarda kamuoyuna ‘‘Buffalo Engin’’ diye sunuldu.
‘‘Sonra da bir yanlışlık olmuş, kusura bakmayın’’ diye serbest bırakıldı.
İyi güzel de, bu genç adamın zedelenen onurunu kim geri verecek?
Bunun sorumlusu kim olacak?
Bu genç adam kimden hesap soracak?
Engin Keçeli olayı, yaşanan dramların sadece biridir.
Zaten bizim başımızı hep dedikodu, ciddiyetsizlik ve sorumsuzluk belaya sokmuyor mu?
Amerika'da, İtalya'da, Fransa'da ve Avrupa Birliği'nde ülkemiz için kaynatılan cadı kazanlarının bin beterini biz içeride yapıyoruz.
Paylaş