Paylaş
ÖNCEKİ gün kriz başlar başlamaz telefonlar kilitlendi. Telefona sarılan dostlar panik içinde önce ‘‘Yahu ne oluyor?’’ diye soruyorlardı.
Sonra da ‘‘Allah Allah... Yahu bu yapılır mı? Bu kadar sorumsuz davranılır mı?’’ diye isyan ediyorlardı.
Bir arkadaşım ‘‘Ülkeye bundan daha büyük bir fenalık yapılamaz’’ dedi, sonra da sözlerini şöyle sürdürdü:
‘‘Aslında yapılır. Bundan daha büyük bir tek fenalık yapılabilir. O da durup dururken savaş çıkarmak.’’
Bir yandan telefonlara yanıt yetiştirmek, bir yandan gelişmeleri adım adım izlemek, krizin perde arkasını öğrenmek için akşama kadar boğuştuk durduk.
Ülkenin hali perişandı. Her kafadan bir ses çıkıyordu.
Zaten pamuk ipliğiyle birbirine bağlı olan dengelerle ayakta durmaya çalışan ekonomi büyük bir darbe yedi.
Deniz Gökçe, krizden sonra iki saat içinde yurtdışından kendisini otuza yakın finansçının aradığını ve Türkiye'de olup bitenleri öğrenmek istediklerini söyledi:
‘‘Dilim döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Ama bir Batılının bu krizi anlaması kolay değildi. Yazık... Benim tahminim bu krizin faturası 1-1.5 milyar dolardır. İşin acı yanı, bunu yoksul halk ödeyecektir.’’
O haklıymış, bu haklıymış... Bunların hiçbir önemi yok.
Acı olan, bu faturanın yükünün halkın sırtına vurulacağı...
* * *
Türkiye gibi kalkınmak için çırpınan bir ülkede Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın kavga etmeye hakları olamaz.
Cumhurbaşkanı özde haklı olabilir. Yolsuzluklarla yapılan mücadeleyi yeterli bulmayabilir.
Bu nedenle kendisine bağlı denetleme kurulunu devreye de sokabilir.
Cumhurbaşkanı bunları yaparken daha yumuşak bir üslup kullanmaya özen göstermek zorundadır.
Başbakan Ecevit'e gelince...
Cumhurbaşkanı Sezer'in eleştirilerini sonuna kadar dinleyebilir ve gereken yanıtı kendisine verebilirdi.
Ecevit'in cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir davranışla toplantıyı terk etmesi ve içerideki konuşmaları kamuoyuna anlatması, krizin çıkmasına neden oldu.
Bu davranış devlet geleneğine de hiç uygun düşmedi.
Bugüne kadar Milli Güvenlik Kurulu'nda bu ve buna benzer tartışmalar, eleştiriler olmadı mı?
Oldu... Hatta daha ağır konuşmalar yapıldı.
Ama hiçbir dönemde sorun böyle tırmandırılmadı.
Ecevit sanırım Cumhurbaşkanı'na karşı duyduğu öfkeyi frenleyemeyerek böyle bir tutum takındı.
* * *
Krizin kabarmasında ve boyutunun tüm ülkeyi sarsacak hale gelmesinde Hüsamettin Özkan'ın büyük sorumluluğu var.
Özkan sanki böyle bir kriz çıkmasını, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında iplerin kopmasını istiyormuş gibi bir gayret içinde oldu.
Oysa Cumhurbaşkanı'nın yönelttiği eleştirileri yanıtlamak Özkan'a değil, Başbakan'a düşerdi.
Ecevit buna nasıl izin verdi, Özkan'ı susması için niçin uyarmadı, bunu anlamadım.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan, bu ülkenin huzuru için herkesten daha büyük bir sorumluluğa sahipler.
Onların görevi bu ülkeyi yönetmek, krizden krize sürüklemek değil.
Hiçbirimiz unutmayalım...
‘‘Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memeleket bizim.’’
Evet herkes aklını başına toplasın...
Nazım Hikmet'in dediği gibi, ‘‘Bu memleket bizim’’.
Paylaş