Paylaş
ANKARA bir garip başkent oldu. Orada sanki sorunları çözen, ülkeyi yöneten değil de sürekli sorun çıkaran, işleri bilinçli olarak karıştıran bir iktidar oturuyor.
Baksanıza, aklına esen, çıkıp kızdığı kurumu veya kişiyi yerden yere vuruyor.
Örneğin, emekli olan Yargıtay Başsavcısı başta Cumhurbaşkanı olmak üzere birçok devlet görevlisini suçluyor.
Anayasa Mahkemesi, hükümete ültimatom veriyor.
Başbakan ‘‘Beyaz Enerji Operasyonu'nu neden jandarma yürütüyor?’’ sorusuna ‘‘Bu benim de zihnimi kurcalıyor’’ diye yanıt veriyor.
Polis aklına esene kelepçe vurup götürüyor. Günlerce sorgu altında tutup, sonra kusura bakma diye bırakıyor.
Sorgularda elde edilen ifadeler (bazı ince hesaplar nedeniyle) en ufak ayrıntısına kadar medyaya sızdırılıyor.
Kimse sesini çıkarmıyor.
Ama bunlardan birini de Anadolu Ajansı ele geçirip yayınlayınca kıyamet kopuyor.
Bu gariplikler ilk aklımıza gelenler. Daha derine inerseniz, neler var neler.
Bu dağınıklık içindeki başkent, ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetebilir mi?
Her gün bir sürprizle karşılaşan vatandaş, huzur içinde işine gücüne bakabilir mi?
* * *
Ülkenin durum vaziyeti ne yazık ki böyle.
Artık her gün bir değil, birkaç gariplikle karşılaşmaya alıştık.
Burada, uygar ülkelerde yaşanması mümkün olmayan Vural Savaş olayıyla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum.
Refahyol iktidarının (hani ünlü Hoca-Bacı koalisyonu) ülkeyi alabora ettiği kábus dolu günler...
Refah Partisi, Tansu Hanım sayesinde ‘‘Onlara iktidar verilmez’’ tabusunu yıkmanın cüretkárlığı içinde rejimi orasından burasından kemirmeye başlamış.
Asker başta olmak üzere bütün demokratik kurumlar, kitle örgütleri ayakta.
Halk, her gece ışıkları söndürüp tencere tava çalarak rejim karşıtı girişimleri protesto ediyor.
Erbakan, devletin dış politikasını hiçe sayarak dış geziler yapıyor, çöl çadırlarında azar işitip tavanları seyrediyor.
Kentlerin orası burası yeşile boyanıyor, irtica gösterileri yapılıyor.
Sarıklılar, takkeliler, kara çarşaflılar devlete meydan okumak için her yerde boy gösteriyorlar.
Yani çabucak unutuverdiğimiz o kara, kapkara günler...
Demirel bu ortamda gazetecilerle yaptığı bir sohbet toplantısında herkesin tedirginliğini görünce şöyle diyor:
‘‘Kimse endişe etmesin. Devlet duruma hákimdir. Laik, demokratik cumhuriyet koruma altındadır.’’
* * *
Ama Demirel, yılların verdiği deneyimle sözlerinin gazetecilerin endişelerini dağıtmadığını fark ediyor.
Zaten arka arkaya gelen sorular da cumhurbaşkanının bu saptamasını doğruluyor.
Sorular bir noktada odaklanıyor:
‘‘Efendim, demokrasi sınırları içinde kalınarak rejime yönelik bu tehlike nasıl giderilecek?’’
Demirel gayet sakin bir şekilde şunları söylüyor:
‘‘Rejim kendini koruyacak güce sahip. Devlet her şeyi izliyor. Merak etmeyin. Yargıtay'a öyle bir başsavcı atadım ki ateş, ateş...’’
O günlerde pek çoğumuzun adını bilmediği ve şimdi emekli olan bu savcı Vural Savaş'tır.
Savaş gerçekten de ateş gibi çıkıyor...
Düşünüyorum da şimdi, Türkiye ne zor günleri aştı geldi.
O nedenle umutsuzluğa hiçbir zaman kapılmayalım.
Biz bu günleri de aşarız.
Paylaş